Ana içeriğe atla

Snowdrop Dizi Yorumu

 Merhaba!

Yine finaliyle bir travma yaratan, duyurulduğu ilk andan itibaren olumlu ve olumsuz anlamda epey ses getiren ve bana kalırsa tam anlamıyla kendinden bekleneni verememiş (ama buradan tamamen bir hayal kırıklığı olduğu sonucu çıkmasın) bir k-dramadan bahsedeceğim bugün. Aslında diziyi yayınlanmasıyla eş zamanlı olarak izleyip bitirdim fakat yazıyı yazmak için bir türlü gerekli zamanı ve motivasyonu aynı anda bulamadım. 

Kış sezonuna damgasını vuran Snowdrop öncelikle tam anlamıyla bir kış dizisi olmuş, ayrıca iki yılın arasına geldiği için yayın zamanını da iyi seçtiklerini düşünüyorum çünkü tam olarak öne çıkmasa da dizide fedakarlık ve sabırla birlikte işlenen bir değişim teması da vardı. 

Dizi 1987 yılının kışında Güney Kore'de yaklaşmakta olan bir seçimin ve Kuzey Kore'yle yaşanılan siyasal gerginliğin hüküm sürdüğü bir atmosferde geçiyor. Genel olarak dönem dizilerini izlemekten, özellikle de yakın dönem tarihini izlemekten çok keyif alan birisi olarak dizideki atmosfere kelimenin tam anlamıyla bayıldım. Dizi elbette kaçınılmaz bir şekilde eleştiri oklarının da hedefi oldu, zira özellikle de yakın geçmişte gerçekleşmiş tarihi bir olayı ele almak her zaman birçok açıdan riskli bir seçim ve üstüne farklı saflarda yer alan karakterlerin aşkı da eklenince dizi tarihi çarpıtmak ve yaşanan üzücü olayları romantize etmekle suçlandı; hatta birkaç kez iptal edileceği dahi gündeme geldi, sosyal medya üzerinden imzalar toplandı. Açıkçası Kore tarihi konusunda yaklaşık iki yıldır yeni yeni bilgi sahibi oluyor ve okumalar yapıyorum, bu nedenle tepki göstermiş olan insanlar hakkında herhangi bir yorum yapabilecek yetkinlikte olduğumu düşünmüyorum, bu sebepten ötürü de daha çok dönemin tarihine değil de dizinin dönemi yansıtan sinematografisine odaklanacağım. 

Dizi bana kalırsa dönem atmosferini yansıtma konusunda ele alındığında seçilen kostüm ve renklerden mekanlara, hatta mekanlara yerleştirilen küçük detaylara kadar oldukça başarılıydı. Kullanılan renkler, desenler ve malzemeler bana gerçekten de zaman makinesiyle geçmişe dönmüşüm gibi hissettirdi. Dizi boyunca -kendi adıma- yadsınamaz bir nostalji hissi hakimdi. Aynı zamanda geçmişe dönük kesitlerde tercih edilen çekim tekniğini ve efektleri de başarılı buldum. Kısıtlı bir mekanda geçiyor olmasına rağmen hakkını verdikleri için izlerken gayet keyif aldım. Kullanılan müzikler de sahnelerle çok uyumluydu, daha çok döneme dair şarkılar görmek isterdim ama dizi bu haliyle de çok eksik sayılmazdı. 

Bunun yanı sıra insanların iktidar ve güç hırsı uğruna neler yapabileceklerini, neleri göze alabileceklerini ve insanların doğası gereği geçmişten bugüne bu konuda bir adım bile ilerlememiş olduğumuz gerçeği seyirciye iyi aktarılmıştı. Tabii bunda oyuncuların da etkisi büyüktü, aşağıda ana karakterlere değineceğim fakat polisleri, dedektifleri ve politikacıları canlandıran oyuncular da oldukça iyi iş çıkarmıştı. Sürekli politik konuşmaları dinleyip bağlantı kurmaya çalışmak biraz yorucu ve zaman zaman sıkıcı da olsa -ki bir noktada sıkıldığım yerleri atladım- ben dizinin klişe ve basit bir aşk hikayesine indirgenmesindense ağırlığı bu noktada tutmalarını sevdim. Ama yine de belirtmem gerekiyor ki dizide çok fazla uzatılmış sahne vardı, bölüm sürelerinin 1 saat 20 dakikayı bulması diziye kesinlikle fazla gelmişti bence. Zaten kısıtlı bir mekanda dizi çekmiş ve karakterleri belirli bir alana toplamışken gereksiz uzatılmış diyalogları ve sahneleri izleyeceğimize karakterlere dair farklı şeyler öğrenmeyi tercih ederdim şahsen. Bu şekilde farklı karakterlere daha iyi değinip karakter derinliği kazandırabilmiş olsalardı dizi çok daha üst seviyeye taşınabilirdi. Bu haliyle karakterlerin büyük çoğunluğu tek boyutlu tiplemelerden öteye geç(e)miyordu. 

Kısacası bir yandan insanların yalnızca bir seçimi kazanmak uğruna ne kadar çirkinleşebileceklerini izlerken öte yandan en azından ana karakterleri daha iyi tanıyabilirdik diye düşünüyorum ben. Çünkü genel anlamda dizinin politik yönü daha ağır bassa ve hiçbir zaman ikinci plana itilmese de arka planda bir de babası Güney Koreli bir politikacı olan Eun Young Ro ve Kuzey Koreli bir casus olan Lim Soo Ho'nun yollarının beklenmedik bir şekilde kesişmesiyle alevlenen imkansız aşka tanıklık ediyoruz. Kimileri dizide aşkın yer yer fazlasıyla geri plana itilmesinin diziyi çok olumsuz etkilediğini düşünse de bence dizideki aşk fazlasıyla dozundaydı, yalnızca tek sorun gerçek anlamda farklı dünyaların insanı olan bu iki karakterin aralarındaki aşkın derinliğinin bize doğru ve yeterli yansıtılmamış olmasıydı. Bunun da nedeni dediğim gibi karakterlere yeterli derinliğin verilmemesinden kaynaklanıyordu. 

Baktığınızda oyuncularda fazlasıyla potansiyel vardı, kimyalarının çok iyi uyması bir yana oyuncu olarak ilk kez çıkış yapan Jisoo ilk performansı için özellikle de bölümler ilerledikçe fazlasıyla tatmin edici bir iş çıkarmıştı ve daha önce sadece While You Were Sleeping dizisinde yan rolde izlediğim Jung Hae In tam anlamıyla karakterini yaşamıştı. Bakışlarıyla, sesiyle ve duygu geçişlerini saniyelik olarak mikro ifadeleriyle yansıtabilmesiyle muazzam bir performans sergilemiş kendisi, aslını isterseniz kelimenin tam anlamıyla şapka çıkarılacak bir performanstı bana kalırsa. Hal böyleyken de ortada kimyaları tutan iki yetenekli oyuncu olmasına rağmen iki karakteri ayrı ayrı tanıyamamak ve aralarındaki aşkı "ilk görüşte birbirlerine tutuldular ve sonrasında da birbirleri uğruna akıl almaz fedakarlıklar yaptılar işte" tarzında bir klişe olarak geçiştirmek dizi için fazla zayıf kalmıştı. 


Aralarındaki ilişkiyi göz önüne aldığımızda rehine krizine kadar her şey aşağı yukarı normal ilerliyordu ama sonrasında yardım ettiği insanın bir casus olduğuyla yüzleşen, abisini onlar yüzünden kaybeden, sonrasında babası tarafından ihanete uğradığını öğrenen, gerçeklerin açığa çıkmasıyla arkadaşları tarafından dışlanan ve defalarca travma yaşayan Young Ro'nun sorgusuz sualsiz, sadece gerçekleri öğrendiğinde bir anlığına geri çekilerek sebebi her ne olursa olsun kendisine birkaç kez silah doğrultan Soo Ho'ya her şeye rağmen bu kadar kolay güvenip teslim olması çok havada bırakılmıştı. Tabii ki herkesin karakteri birbirinden farklıdır ve bu şekilde olağanüstü şartlarda Stockholm sendromuna varana kadar birçok sıra dışı psikolojik etmenler söz konusu olabilir ama yine de izlerken tam olarak Young Ro'nun hangi motivasyonla Soo Ho'ya aşık olduğunu, güvendiğini ve onun için her şeyini ortaya koyarak feda ettiğini anlamıyorsunuz; zira ortada kendi babası tarafından ihanete uğrayan genç bir kadın söz konusu, durum böyleyken daha şüpheci yaklaşmasını bekliyorsunuz. Öte yandan farklı şekilde düşündüğünüzde Young Ro tam olarak genç ve saf bir aşığın davranacağı gibi davranıyor ama yine de bence abisinin ölümünü göz önünde bulundurunca Young Ro'nun dizginleyemediği duygularını bu şekilde yorumlamak biraz zorlaşıyor. 


Fakat hikayedeki boşluklara rağmen iki ana karakterin sahnelerini izlerken çok keyif aldığımı da belirtmeliyim, oyuncu seçimini başarılı yaparak diziyi tamamen bir facia olmaktan kurtarmışlar çünkü eksik hikayenin üstüne yetersiz oyuncular eklense Snowdrop bugün yakaladığı başarının yanından geçemeyebilirdi. Elbette bunda karakterleri canlandıran oyuncuların arasındaki kimyanın çok doğal oluşu da büyük bir faktördü, özellikle de "imkansız aşk" ve "ilk görüşte imkansız aşk" temalarını sevenler için kısacık zamanda ve olumsuz şartlar altında birbirlerine duydukları yoğun hisler eminim ki muhteşemdi. Yine de kendi adıma ben dizi boyunca harcanan potansiyele üzülmeden edemedim.

Dizi rehine krizi, politik hırslar ve anlaşmazlıklara odaklandığı için aralarındaki aşkı gerekçelendirmeye çalışmak belki fazlasıyla yer tutup hikayenin odağını değiştirebilirdi ancak en azından senaryoda birkaç değişiklikle gereksiz sahneler daha iyi doldurulabilirdi ve karakterlerin derinliğini daha iyi görebilirdik. Bu şekilde dizi 16 bölüm boyunca belirli aralıklarla kendini tekrarlayan bir döngüye girmekten de kurtulurdu belki. Dizinin hikayesi bu anlamda yapımın zayıf noktası olarak kalmıştı. Tüm bunları düşününce başarılı karakterleri ve iyi oyunculukları çok daha üst seviyeye taşıyabilecekken potansiyellerini harcamaları izleyici olarak ister istemez biraz hayal kırıklığı yarattı. 

Sonuna gelirsek gerçekçi ama tabii Kore dizisi izleyenlerin az çok aşina olduğu şekilde fazla trajikti, bir de oyuncuların müthiş performansı eklenince deyim yerindeyse travma listesine eklenecek cinstendi. Kendimi Young Ro'nun yerine koyduğumda bir daha hiç toparlanamayacağımı, tüm soğuğa ve sert geçen kışa rağmen sabır ve fedakarlık örneği göstererek kardelen gibi açamayacağımı düşündüm açıkçası. Zaten nedense Young Ro'yu izlerken kendini Soo Ho'nun ardından öldürecekmiş gibi hissetmiştim ama hikaye Romeo ve Juliet tarzı bir trajedi sunmayarak bizi şaşırttı. Sonunda açan kardelense bana göre hem Soo Ho'nun kısacık yaşamında buz kesmiş kalbinden bir hatıra hem de hayatının sonuna dek buz gibi bir kış gününde her an solup gidebilecek kırılgan bir çiçek gibi yaşamak zorunda kalan Young Ro'nun narin ruhunun bir simgesiydi. Biraz aceleye getirilmiş trajik sona rağmen bitirdiğimde izlediğimden pişmanlık duymadım, kaldı ki eksiklikleri olsa da dizinin çok kötü olduğunu söylemek haksızlık olur. En başında akıcı bir diziydi zaten; kolay kolay bölümleri uzun dizileri çok akıcı bulmayan birisi olarak geçtiğim bazı politik sahneleri görmezden gelirsek dizi akıcılık konusunda benden geçer not aldı. 

Mesela en sonunda Moran Tepesi'nin nerede olduğunu ve ne yaptığını çok merak ettim, son ana dek de bekledim çünkü ilginç ve sonunu düşündüğümde akıbetini tam olarak kestiremediğim bir karakterdi. Dizinin "potansiyeli harcananlar" köşesinde kendine üst sıralardan bir yer edinmişti bence. 

Dizide tam olarak hak ettiği sona ulaşan bir Hanna ve Kang Moo vardı sanırım. Bunu senaristler de fark etmiş olacak ki en sonunda hüngür hüngür ağlayan izleyiciye tatlı bir kesit sunmuşlardı. K-drama senaristlerinin çocuklukta tanışma klişesiyle birlikte en sevdiği şeylerden birisi bu son dakikalarda ağlatıp ağlatıp sonunda "tamam tamam, o kadar da kalpsiz değiliz" tadında verilen kesit olsa gerek. 


Sonuç olarak Snowdrop olaya nasıl baktığınıza bağlı olarak çok sevebileceğiniz ya da benim gibi izlemekten keyif almış olsanız da boşa harcadıkları potansiyele üzülüp biraz hayal kırıklığına uğrayacağınız bir dizi. Eğer ilk görüşte -nedensiz ve- imkansız aşka bayılıyorsanız hiç vakit kaybetmeyin, muhtemelen aradığınız diziyi buldunuz. Ama eğer "ben karakterlerin motivasyonlarını bilmek istiyorum, aşkta neden olmaz ama bir şekilde gerekçelerini görmek istiyorum" diyorsanız kulübe hoş geldiniz!


Yorumlar

  1. Kesinlikle izlenmesi gereken bir dizi izlemenizi tavsiye ederim arkadaşlar.
    The Spirealm izle

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popular Posts

The Untamed Dizi Yorumu

Herkese merhaba! Yıl sonunu çok sevdiğim bir diziden bahsederek kapatmak ve herkese mutlu yıllar dilemek istedim. The Untamed bir süredir izlemek istediğim ancak bölüm sayısı fazla olduğu ve daha önce herhangi bir Çin yapımı izlemediğim için sürekli ertelediğim bir diziydi. Dizinin konusu hakkında hiçbir fikrim yoktu, sadece bir novel uyarlaması ve BL temalı olduğunu biliyordum. 50 bölüm gözümde çok büyüdüğü için sürekli erteledim ve itiraf etmek gerekirse Çince kulağıma önceden pek hoş gelmediği için ön yargılarım vardı. Fakat diziyi bitirdikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki ön yargılarım aslında gereksizmiş. Diziye başlarken 50 bölümü gözünde büyüten ben, 10 bölümü izledikten sonra keşke dizi daha uzun olsaymış demeye başladım, hatta son bölümü izlerken 50 bölümlük birkaç sezon olmasını istedim ve bence daha uzun olsaymış da olurmuş çünkü Bulut Kovuğu'nda aldıkları eğitimi bile ayrı bir dizi olarak izleyebilirdim.  Diziyi hiç duymayanlar için kısaca konusundan bahsedeyim önc

The Flower of Evil Dizi Yorumu

Herkese merhaba, The Flower of Evil'ı yeni bitirdim ve bitirir bitirmez hemen yorumunu yazmak istedim çünkü inanılmaz iyiydi ve izlerken her bölümünden ayrı keyif aldım. Bilmeyenler için dizinin konusunu ve merak edenler için tanıtımını  aşağı bırakıyorum ve sonrasında spoiler içeren yorumuma geçiyorum. Dizi, karanlık geçmişini gizleyen ve başka birinin kimliği altında yaşayan bir adam ( Lee Joon-Gi ) ile o adamın (kocasının) peşine düşen bir dedektifin ( Moon Chae-Won ) etrafında dönmektedir. Öncelikle diziye başlama sebebim dizi hakkında okuduğum iyi yorumlar, Lee Joon-Gi'nin oyunculuğu ve dizideki kızıyla paylaştığı fotoğrafları görmem oldu. Başlarken çok yüksek beklentilerim yoktu fakat dizi daha ilk bölümünden bile merak uyandırdı ve beni içine çekmeyi başardı. Kore dizileri izlemeye karantina döneminde başladım ve açıkçası çok fazla ön yargım vardı, çoğu insan gibi ben de İngiliz ve Amerikan dizileri izlemeye alışık olduğumdan bir Kore dizisi izlemek hiç de cazip gelmiyor

Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri // Kitap Yorumu

 Herkese merhaba, Aslına bakılırsa bu yazıyı uzun bir süredir yazmayı planlıyor olduğum halde nasıl yazacağımı bir türlü tasarlayamadığım için erteliyordum. Şiir tutkunu olduğumu söyleyemem, fakat hoşuma giden şiirleri ve sevdiğim yazarların derlemelerini okumayı severim. Edgar Allan Poe kullandığı imgeler ve kafanızda çizdiği soyut resimlerle okumaktan keyif aldığım yazarlardan birisi. Bu nedenle daha kitabın kapağını açarken bile beni içine çeken dünyanın hoşuma gideceğinden emindim. Şiirler hakkındaki yorumuma geçmeden önce İthaki Yayınları'ndan çıkan derlemeyi okudum ve çevirisinin çok başarılı olduğunu söyleyemem açıkçası. Elbette çeviri yapmak, özellikle de şiir çevirisi yapmak oldukça zor bir iş, ama yine de çok daha iyi olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. Neyse ki bir tarafta orijinal dil, diğer tarafta çeviri olacak şekilde basmışlar, bu yüzden de çok problem olmadı.  Şiirlerin hepsini eşit derecede sevdiğimi söyleyemem tabii ki, içlerinde hoşuma gitmeyen şiirler de oldu