Ana içeriğe atla

Emily in Paris Dizi Yorumu

 Herkese merhaba!

Bugün çıktığı ilk andan itibaren listemde olan ancak erteledikçe ertelediğim ve sonunda iki sezonunu iki günde bitirdiğim Emily in Paris üzerine konuşacağım biraz. Gerçi her ne kadar iki sezonunu iki günde bitirmiş olsam ve dizinin gayet akıcı olduğunu inkar edemesem de yorumlarımın övgü ağırlıklı olmayacağını şimdiden söyleyebilirim çünkü kendi kulvarında değerlendirdiğimizde bile dizinin kendince eksikleri var bana kalırsa. 

Yoruma geçmeden önce biraz genel hatlarıyla diziden söz etmek gerekirse Emily in Paris, 2 sezon ve yaklaşık 26-30 dakika aralığındaki 20 bölümden oluşan bir Netflix dizisi. Dizi geçtiğimiz günlerde 3. hatta 4. sezon onayını almış olsa da kişisel fikrimce buna gerçekten ihtiyaç var mıydı yazının ilerleyen kısımlarında bahsedeceğim. Açıkçası ben başlamadan önce dizinin moda tasarımcısı olarak Paris'e yerleşen genç bir kadının hayatını konu aldığını düşünüyordum fakat dizi tam olarak öyle olmasa da bize moda anlamında doyurucu sayılabilecek bir içerik de sunuyor. Elbette sandığım şekilde bir dizi izlemek de çok hoş olurdu, orası ayrı... 

Başrolümüz Emily, aslında şirkette Paris'e bir seneliğine gitmek üzere olan ancak beklenmedik hamileliği nedeniyle planlarını iptal etmek zorunda kalan müdürünün yerine kendini bir anda hiç planda olmayan bir maceraya atılmış halde buluyor. Kendisi Fransızca adına "bonjour"dan ötesini bilmese de şehre adım atar atmaz tabii ki Paris'in büyüleyici havasına kapılıyor, hatta küçük instagram hesabını da "Emily in Paris" bloguna dönüştürerek dizi ilerledikçe ünlü bir influencer'a dönüşüyor ama iş yerinde olaylar hiç de beklediği gibi ilerlemiyor çünkü iş arkadaşları tek kelime Fransızca bilmeden Paris'e çalışmaya gelen Chicagolu "plouc" (taşralı, köylü) Emily'yi pek de hoş karşılamıyor. 

Bence dizi bu ilk bölümlerde gayet iyi bir iş çıkarıyor aslında. Konu oldukça akıcı, Paris manzaraları insanı büyülüyor, dizi ağırlıklı olarak İngilizce olsa da ara sıra Fransızca duymak çok hoş, Emily de en azından ilk bölümlerde sempatik ve sevilesi bir karakter. 

Emily dizinin büyük bir kısmında kendisini sürekli hafife alan, onunla dalga geçen, hatta görmezden gelen iş arkadaşlarıyla arasını düzeltmeye çalışıyor ancak bir türlü başaramıyor. Derken Chicago'daki erkek arkadaşı uzak mesafe ilişkisini yürütemeyeceğini söylüyor ve Emily'ye "ya geri dönersin ya da ayrılırız" diye bir seçenek sunuyor. Hayallerinin peşinden gitmeye kararlı olan Emily elbette Fransa'da kalmayı seçiyor ve biraz üzülse de çabucak atlatıyor. 

Dürüst olmak gerekirse Emily'nin başına gelen her şeyi kolayca atlatması bu aşamada hiç gözüme batmamıştı, hatta anlaşılabilirdi bile. Bir bakıma eğlenceli açılışıyla seyirciyi kendine çeken bir dizinin daha ilk bölümlerde drama kayması da izleyici için bunaltıcı olabilirdi. Ancak hikaye ilerledikçe Emily asla başarısızlığa uğramayan ütopik bir karaktere dönüşüyor. Esas patronu Sylvie'yle olmasa da diğer iş arkadaşlarıyla arasını göreceli olarak düzeltiyor, arkadaş ediniyor, Fransızca bilmemesine rağmen en ünlü, en kaprisli modacıları ve tasarımcıları normal birinin kırk takla atsa başaramayacağı şeylere ikna ediyor. Bir süre sonra dizideki herhangi bir aksilik diziye renk katmaktan çıkıyor, zira siz zaten Emily'nin bir şekilde her şeyi halledeceğini ve tüm olayların onun lehine döneceğini biliyorsunuz. Mesela üç saniye sonra iş yerinin üzerine göktaşı düşecek olsa Emily ne yapıp edip onu tutmanın bir yolunu bulup günün kahramanı oluyor. Dizi bu noktada özellikle de çoğu konuda olduğu gibi fazlasıyla kabak tadı veriyor. 

Bir iş birliği mi yapılacak? Emily hallediyor. Peki bu iş birliğinin ihtimali sıfıra yakın mı? Emily bir yolunu buluyor. Bir reklam mı çekilecek? Emily herkesin aklına gelmeyen olağanüstü bir fikir sunuyor. Peki bu fikir sonucu başı belaya girer gibi mi oldu? Hayır, siz öyle sandınız çünkü günün sonunda Emily başarılarıyla manşet oluyor, hatta Madame Macron'un dikkatini çekmeyi dahi başarıyor. Anlayacağınız bir şey ters gidiyorsa Emily mutlaka ama mutlaka eninde sonunda daha daha iyi bir sonuç elde ediyor. Hatta Emily'nin şansına ilginç bir şekilde sadece şirkettekiler değil müşterilerin de hepsi İngilizce biliyor, hem de mükemmele yakın seviyede kendilerini ifade edebiliyorlar; üstelik Fransa gibi ana dilleri yüzünden çoğu insanın İngilizce ve diğer dilleri kendilerine özgü ağır bir aksanla konuştuğu bir ülkede Emily'nin karşısına çıkan herkes çok düzgün bir aksanla konuşuyor. Ve hatta daha da garip olan birinci sezon finalinde iki Fransız karakter kendi aralarında bile İngilizce konuşuyor... 

Peki Emily'nin hayatta olağanüstü şanslı olduğu tek konu kariyeri mi sandınız? Tabii ki hayır. Emily aynı zamanda aşk hayatında da inanılmaz şanslı ve bu durum da diziye gereksiz bir drama ve buhran katıyor bence. Yukarıda da söylediğim gibi Emily talihsiz bir şekilde erkek arkadaşından ayrılıyor ve sonrasında da çoğu konuda kendisine yardımcı olan, ilk başlarda gayet tatlı tasvir edilmiş Gabriel'den hoşlanmaya başlıyor. Tabii bu esnada da Emily'yi gören -neredeyse- her erkek karakter kendisinden çok etkileniyor, Gabriel de bunlardan yalnızca birisi. Tamam, haksızlık da etmeyelim şimdi; Gabriel gerçekten de az konuştuğu, pek görünmediği ve gizemli olduğu bölümlerde çok sevimli bir karakter. Bu aşamada Emily'yle ikisini izlerken her ne kadar klişe bir romantizm izlediğinizin farkında olsanız da gülümsemeden edemiyorsunuz. Hepimizin az çok bildiği şehre yeni taşınmış güzel kız ve çok yakışıklı, yardımsever, becerikli ama gizemli komşusu klişesini görüyoruz aslında, fakat tam Emily kendini iyice kaptırmışken Gabriel'in bir sevgilisi olduğunun ortaya çıkmasıyla dizi gereksiz bir drama boğuluyor. Bence burası dizinin olumsuz anlamda ilk kırılma noktasıydı. 

Üstelik Gabriel'in sevgilisi kim dersiniz? Emily'nin tesadüf eseri tanıştığı ve kendisine her konuda inanılmaz yardımcı olmaya çalışan Camille. Ve bu noktada dizinin başından beri herkese yeri geldiğinde etik konusunda ahkam kesen Emily sınıfta kalıyor çünkü ne istediğini asla bilmiyor ve üstelik kendisine sürekli destek olmaya çalışan arkadaşının arkasından da iş çeviriyor. Aynı şekilde Gabriel de bu noktada sempatik bir karakter olmaktan iyice çıkıyor. Aslında Gabriel ve Emily'nin sorunu birbirlerinden hoşlanmaları değil de bunu yaşayış şekilleri. İkisi de ne istediğini tam olarak bilmeyen, tam olarak fedakarlık yapmayı bilmeyen, her şey aynı anda olsun isteyen ve bu sebeplerden ötürü de insanı izlerken yoran karakterler olmuş bana kalırsa. Özellikle de ikinci sezonda dizinin ağırlıklı olarak çatışmalara odaklanması izlerken seyir zevkimi epey baltaladı diyebilirim. Küslükler, kavgalar ve gereksiz dramların diziye aşırı kaçtığını hissettim ve üstüne üstlük senaristler birinci sezonunun sonuna doğru raydan çıkan konuları iyice eline yüzüne bulaştırmış. 

Aslına bakılırsa belirttiğim gibi dizinin ilk bölümleri son derece eğlenceli ve renkli, Fransızlar ve Amerikalıların kültür çatışmalarını izliyorsunuz. Bu esnada da bilmediği bir şehre ilk kez gelen genç bir kadının ayakta durmaya çalışma mücadelesi bize sunuluyor ancak bir noktadan sonra işler çok çabuk sarpa sarıyor. Karakterlerin neredeyse hepsi antipatik denecek tiplere dönüşüyor; açıkçası dizide kimseyi tam anlamıyla sevemedim diyebilirim. Yine de belirtmeden geçemeyeceğim, Emily'nin iş arkadaşı Luc orijinal ve izlemesi komik bir karakterdi, tam olarak böyle uzun süre edebiyat ve felsefeyle içli dışlı olmuş ve sonunda kafasının içinde tamamen hapsolduğu için absürt bir şekilde insanlardan uzaklaşmış havası vardı. Emily'yi doğum gününde Balzac'ın mezarına götürdüğü sahne çok keyifliydi. Oyuncu da karakterini yansıtmakta son derece başarılıydı, diyalogları beni zaman zaman cidden güldürdü. Zaten her ne kadar kimse olağanüstü bir performans göstermese de oyunculuklar genel olarak kararında sayılırdı bence. Özellikle de Sylvie'yi canlandıran aktristin karakteriyle son derece özdeşleşmesine kelimenin tam anlamıyla bayıldım, cinsiyetçi yorumları göz devirtse de ikonik bir havası vardı. 


Bunun yanında dizinin yan karakterlerinin konuya daha iyi dahil edilmesi gerektiğini düşündüm izkerken. Mesela Mindy'yi izlemeyi sevdim ama hikayesi biraz havada kalmıştı ve esas olaylardan kopuk gibiydi. Aynı şekilde diziye sonradan dahil olan Alfie'nin de gereksiz kasıntı oluşu ve onun da eklenmesiyle aşk dramının iyice çekilmez hal alması diziyi gereksiz boğmuştu. Alfie'yle ikinci erkek sendromu yaratmaya çalışmışlar sanırım çünkü kendisi bir ara kitaplarda ve filmlerde sık sık rastlayabileceğiniz, başrol kıza soyadıyla seslenen, hiçbir şeyi ciddiye almayan, kendince dünyaya bir tavır takınmış, gizemli ve ukala erkek profiliydi ama sorun şu ki olaylar ikinci erkek sendromu yaşatmayacak kadar karmaşık ve yorucu ilerlerken fazla gelmiş gibi hissettirdi. Bir diğer alakasız olay da ilk başta her şeye temkinli ve sorgulayıcı yaklaşan hatta "ahlakçı, ahlak polisi" damgası yiyen Emily'nin Camille'in 17 yaşında, reşit olmayan kardeşiyle bunu bilmeden yaşadığı birliktelikti, olay diziye Emily'nin Camille'in annesiyle yaşadığı anlamsız diyalog dışında hiçbir şey katmadı resmen.  

Esasında dizi romantik ilişkileri böyle içinden çıkılmaz bir hale çevirip konuyu buraya indirgemek yerine baştaki gibi moda ve reklamcılık sektörüne ve yabancı bir şehirde yaşamaya ve çalışmaya gelen genç kadın hikayesine odaklansa çok daha iyi ilerleyebilirdi çünkü eleştirmiş olmama rağmen dizi arada dikkat çekici noktalara da değiniyor. Mesela reklamcılık sektöründe kadınların metalaştırılmasının ne kadar içselleştirildiğini ve aslında yanlış ve komik derecede saçma olduğunu gözümüze sokuyor. Ayrıca dil üzerinden de kadınlara yapılan cinsiyetçiliği eleştirmesini çok başarılı buldum. Emily'nin "le vagin" kelimesinin artikelinin neden maskülen olduğunu sorması ve ardından kendisi de bir kadın olan Sylvie'den son derece içselleştirilmiş ve bomboş bir mantığa oturtulmuş açıklamayı duyması toplumsal olaylara kültür ve kuşak farkıyla bakışın ne kadar değiştiğini güzel özetliyordu. 

Ayrıca dizi, günümüz dünyasına yön veren sosyal medya ve artık bir kariyer haline gelen "influencer" kavramının hem reklamcılık hem de sosyal hayatta ne kadar etkili ve yön belirleyici olduğunu fakat bir o kadar da absürt bir sektör haline geldiğini gösteriyor. Bir de tabii dilini ve kültürünü hiç bilmediğiniz bir ülkede yaşamanın zor, çalışmanınsa çok daha zor olduğunu ele alıyor. 

Fakat bunu yaparken zaman zaman kültür farkını göstereceğim derken artık tarih kitaplarına karışması gereken ırkçı esprilerden ve karikatürize edilmiş stereotiplerden de geri kalmıyor. Mesela Amerika son derece modern ve her şeye yön veren, duyarlı bir ülke olarak ele alınırken Almanlar bir espri içinde zevksiz ve mizahtan yoksun olarak damgalanıyor, İngilizler Alfie karakteri üzerinden resmediliyor ve en rahatsız edicisi de Ukraynalı bir kadın karakter dizide hiç çekinmeden ve tereddüt etmeden hırsızlık yapıyor. Emily'yle birlikte çıktıkları alışverişte "bedava şeylerden" hoşlandığını söyleyip çok normalmiş gibi pahalı eşyaları çalıyor, kendisi Fransızca bilmiyor ve üstelik dizide İngilizce konuşamayan tek karakterdi galiba. Yaptığı hırsızlıktan da en ufak bir rahatsızlık duymuyor, çaldıklarını geri vermemekte diretiyor ve eşyaları kurtaran kişiyse dürüst bir Amerikalı olarak Emily tabii ki. Sanırım Ukrayna da tasvir edilen Ukraynalı kadın imajından rahatsızlık duyup diziyi şikayet etmiş. Normalde böyle şeyleri abartılı bulsam da ırklar ve ülkeler hakkında son derece karikatürize edilmiş stereotipler içeren bir dizide bu tasvirin altında art niyet aranması çok da abartılı bir davranış sayılmaz bana kalırsa. Zira dizide durmadan "burası Fransa çünkü, Fransızlar böyledir, biz Fransızız, Fransa'da böyledir, Fransızlar şöyle yapar" tarzı kalıplaşmış cümleler duyuyorsunuz; durum böyle olunca da Ukraynalı kadın profilinden alınmaları son derece normal. 

Bunun yanı sıra yorumu sonlandırmadan önce dizinin iyi olduğu konulardan bahsetmek gerekirse de tabii herkesin de söylediği gibi Paris'in atmosferi, zaman zaman klasikleşmiş Before serisini hatırlatan manzaralar, kullanılan şarkılar, günümüzü iyi yakalayabilmeleri, kıyafetler, dizinin ruhunu ve dinamizmini yansıtan renkler güzeldi. Kimileri eleştirmiş olsa da -bazı kıyafetler hariç- ben genel anlamda Emily'nin giydiklerini çok beğendim, profesyonel veya çok sıkı bir takipçisi olmasam da kendimce modayı takip eden ve ilgilenen biri olarak özellikle bazı stillerini ilham verici buldum. Özellikle de pembe tül çizmeleri, pembe Balmain eteği ve Camille'in ailesini ziyarete gittiğinde giydiği crop ceketle beyaz fırfırlı gömlek çok hoştu. Camille'in ve Sylvie'nin tarzını da ayrıca çok beğendim.

Dizinin en büyük sorunu dediğim gibi aşırı ve gereksiz aşk dramlarıyla izleyiciyi boğmasıydı çünkü dizinin ilk birkaç bölümüyle verdiği izlenimle sonlara doğru izlediğimiz içinden çıkılmaz ikilemler tezat oluşturuyordu. Zaten ikinci sezonun son bölümünün son sahnesinde de meseleyi artık o kadar gereksiz uzatmışlar ki üçüncü ve dördüncü sezonda Emily, Gabriel, Alfie ve Camille'in dramasını izleyeceğimizin sinyallerini vermiş oldular galiba. Hatta araya Emily'den hoşlanan üçüncü ve dördüncü kişilerin girmesi bile ihtimaller dahilinde bana kalırsa. Elbette genele baktığımızda Emily in Paris zaten çerezlik bir dizi, ben de toplumun en önemli sorunlarına değinmesini ve sürekli bir mesaj verme çabası gütmesini beklemiyorum. Ancak en azından kişisel olarak benim beklentim karmakarışık ilişkilerin olmadığı daha eğlenceli bir dizi izlemekti çünkü dizide bu potansiyeli -hâlâ- görüyorum. Tabii böyle uzatacaklarına gerekli yerde noktayı koymalarını yeğlerdim ama dizi devam edeceğine göre umarım en azından bize ilk sezonunu ilk bölümlerini anımsatan bir senaryoyla geri dönüş yaparlar -her ne kadar kendi adıma pek umutlu olmasam da. 

Bir de lütfen dizi böyle gereksiz bir drama boğulacaksa en azından Emily'nin "duygularını" görelim artık çünkü tüm olan bitene karşın kendisi dizi boyunca Mindy'nin durumuna duygulandığı sahne haricinde tek damla gözyaşı dahi dökmedi. Zaten dediğim gibi Emily'nin en büyük sorunu karakter olarak fazla gerçekdışı bir çizgiye getirilmesi, öyle ki kendisi asla başarısız olmadığı gibi üzüntü gibi nahoş insan duygularını hissetmekten de muaf. 

Son olarak bahsettiğim üzere manzaralar ve Amerikan-Fransız kültürü çatışması, farklılıkları ve benzerlikleri Before serisini anımsatsa da fazla karikatürize edilmiş ve abartılmış olaylar, durumlar, karakterler ve diyaloglar görmektense ilerleyen sezonlarda -elbette Before serisi kadar başarılı olmasa bile- daha doğal bir şeyler izleyebilmeyi umuyorum. Çünkü bir kez daha her davranışa gerekçe olarak "burası Fransa, biz de Fransızız, ah şu Amerikalılar..." cümlelerini duymaya tahammülüm kalmadı...

Yorumu bitirirken tüm eleştirilerime rağmen ilerleyen sezonlara bir şans vereceğimi de belirtmiş oldum sanırım çünkü eleştirdiğim noktalara karşın Emily in Paris tam olarak her saniyesinde Paris'te olmayı dileyerek kendinizi pek yormadan kafa dağıtmak için tek oturuşta izleyeceğiniz ve de ilk bölümlerini baz alırsak gayet akıcı sayılabilecek bir dizi. Umarım senaristler ve yapımcılar da bu dizinin gerçek potansiyelinin farkındadır da üçüncü ve dördüncü sezonda bizleri daha güzel şeyler bekliyordur.

à bientôt!





Yorumlar

Popular Posts

The Untamed Dizi Yorumu

Herkese merhaba! Yıl sonunu çok sevdiğim bir diziden bahsederek kapatmak ve herkese mutlu yıllar dilemek istedim. The Untamed bir süredir izlemek istediğim ancak bölüm sayısı fazla olduğu ve daha önce herhangi bir Çin yapımı izlemediğim için sürekli ertelediğim bir diziydi. Dizinin konusu hakkında hiçbir fikrim yoktu, sadece bir novel uyarlaması ve BL temalı olduğunu biliyordum. 50 bölüm gözümde çok büyüdüğü için sürekli erteledim ve itiraf etmek gerekirse Çince kulağıma önceden pek hoş gelmediği için ön yargılarım vardı. Fakat diziyi bitirdikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki ön yargılarım aslında gereksizmiş. Diziye başlarken 50 bölümü gözünde büyüten ben, 10 bölümü izledikten sonra keşke dizi daha uzun olsaymış demeye başladım, hatta son bölümü izlerken 50 bölümlük birkaç sezon olmasını istedim ve bence daha uzun olsaymış da olurmuş çünkü Bulut Kovuğu'nda aldıkları eğitimi bile ayrı bir dizi olarak izleyebilirdim.  Diziyi hiç duymayanlar için kısaca konusundan bahsedeyim önc

The Flower of Evil Dizi Yorumu

Herkese merhaba, The Flower of Evil'ı yeni bitirdim ve bitirir bitirmez hemen yorumunu yazmak istedim çünkü inanılmaz iyiydi ve izlerken her bölümünden ayrı keyif aldım. Bilmeyenler için dizinin konusunu ve merak edenler için tanıtımını  aşağı bırakıyorum ve sonrasında spoiler içeren yorumuma geçiyorum. Dizi, karanlık geçmişini gizleyen ve başka birinin kimliği altında yaşayan bir adam ( Lee Joon-Gi ) ile o adamın (kocasının) peşine düşen bir dedektifin ( Moon Chae-Won ) etrafında dönmektedir. Öncelikle diziye başlama sebebim dizi hakkında okuduğum iyi yorumlar, Lee Joon-Gi'nin oyunculuğu ve dizideki kızıyla paylaştığı fotoğrafları görmem oldu. Başlarken çok yüksek beklentilerim yoktu fakat dizi daha ilk bölümünden bile merak uyandırdı ve beni içine çekmeyi başardı. Kore dizileri izlemeye karantina döneminde başladım ve açıkçası çok fazla ön yargım vardı, çoğu insan gibi ben de İngiliz ve Amerikan dizileri izlemeye alışık olduğumdan bir Kore dizisi izlemek hiç de cazip gelmiyor

Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri // Kitap Yorumu

 Herkese merhaba, Aslına bakılırsa bu yazıyı uzun bir süredir yazmayı planlıyor olduğum halde nasıl yazacağımı bir türlü tasarlayamadığım için erteliyordum. Şiir tutkunu olduğumu söyleyemem, fakat hoşuma giden şiirleri ve sevdiğim yazarların derlemelerini okumayı severim. Edgar Allan Poe kullandığı imgeler ve kafanızda çizdiği soyut resimlerle okumaktan keyif aldığım yazarlardan birisi. Bu nedenle daha kitabın kapağını açarken bile beni içine çeken dünyanın hoşuma gideceğinden emindim. Şiirler hakkındaki yorumuma geçmeden önce İthaki Yayınları'ndan çıkan derlemeyi okudum ve çevirisinin çok başarılı olduğunu söyleyemem açıkçası. Elbette çeviri yapmak, özellikle de şiir çevirisi yapmak oldukça zor bir iş, ama yine de çok daha iyi olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. Neyse ki bir tarafta orijinal dil, diğer tarafta çeviri olacak şekilde basmışlar, bu yüzden de çok problem olmadı.  Şiirlerin hepsini eşit derecede sevdiğimi söyleyemem tabii ki, içlerinde hoşuma gitmeyen şiirler de oldu