Ana içeriğe atla

Taylor Swift - Red (Taylor's Version) Albüm Yorumu

Merhabalar!

Albüm çıktığı ilk andan beri yazmak istediğim ancak derslerimin inanılmaz yoğun geçmesi üzerine bir türlü vakit bulamadığım Red Taylor's Version albüm incelemesini nihayet yayınlıyorum. Gerçi bir yandan beklemem iyi oldu çünkü bu esnada şarkıları defalarca dinledim, hatta bazılarını çevirdim ve hepsi hakkında iyice bir fikir sahibi olduktan sonra "madem bekledim o zaman neden Taylor Swift'in doğum gününde yayınlamayayım" diye düşündüm ve işte buradayız.

Öncelikle bilgilendireyim, çok ama çok uzun bir yazı sizleri bekliyor *uzun yazılardan nefret edenlere küçük bir uyarı*. Red benim Taylor Swift albümleri arasından favorim olduğu için Taylor's Version'ı iple çekiyordum ve hatta duyuru yapıldığından beri gün sayıyorum -ve gidip red era'ya özel kırmızı ruj bile aldım- diyebilirim. Hazırsanız rekor üstüne rekor kıran ve bizi 2 saat 10 dakika boyunca bir duygudan diğerine sürükleyen, başyapıt niteliğindeki 30 şarkılık bu albümün incelemesine albümün ilk şarkısı State of Grace'le başlıyorum!

1) State of Grace: Albüme açılışı State of Grace'le yapıyoruz ve öncelikle şarkıyı Taylor'ın oturmuş sesiyle dinlemek de en az 2012 versiyonu kadar keyifliydi. 

State of Grace aşkı doğru oynanmadığında can yakan acımasız bir oyuna benzetiyor. Taylor bu şarkıda hayatın telaşı ve karmaşası içinde durmadan büyüyüp değişirken ansızın aşka kapıldığında bir daha hiçbir şeyin aynı olmayacağını ve asla aynı hissetmeyeceğini düşündüğü o anı anlatıyor. Öylece yaşayıp giderken ansızın bir şövalye gibi hayatına giren adamla birlikte gardını düşürdüğünü ve duvarlarının yıkıldığını söylüyor. Kısacası bu, aşkın gafil avladığı genç bir kızın hikayesi ve albümdeki birkaç şarkıda daha olduğu gibi Jake Gyllenhaal'a "twin fire signs, four blue eyes" (iki ateş burcu, dört mavi göz) göndermesi yapıyor. Benzerliklerini ruh ikizi olduklarına yormak istiyor. İşler yolunda gitmeyince ise kalp kırıklıkları ve acıyla yaşamayı kabulleniyor; hiç kestiremediği bir anda gelip onu ele geçiren aşka teslim oluyor. "State of Grace" İngilizcede "kendini Tanrı'ya teslim etmek, günahların için Tanrı'dan af dileyip ona sığınmak" anlamlarına geliyor, bu şarkı da kendini aşka teslim eden bir kızın hikayesi. Şarkıyı yazdığında 21-22 yaşlarında olduğu düşünülürse biz dinleyicilere -her zaman olduğu gibi- Taylor'ın söz yazarlığını takdir etmekten başka bir şey kalmıyor gerçekten. 

2) Red: Red benim sadece albüm içinde değil Taylor'ın tüm şarkıları arasındaki favorilerimden de birisi. Albüme de adını veren, şaheser olarak nitelendirebileceğimiz ve Taylor'ın yine söz yazarlığıyla bizi büyülediği bu şarkıyı aynı zamanda bir şiire benzetiyorum ben. Tabii ki nereden baktığınıza bağlı olarak her şarkıyı aynı zamanda bir şiir olarak görebiliriz ancak Red gerçekten de sayfaları eskimiş bir kitabın arasında rastlayabileceğiniz ve sizi bir süre o sayfaya hapsedecek türden bir şiir. Taylor bu şarkıda birine aşık olmanın beraberinde getirdiği birçok duyguyu ve düşünceyi renklere, imgelere ve durumlara benzeterek kafamızda güzel, hüzünlü ama aynı zamanda tutkulu bir tablo çiziyor ve bana kalırsa şarkı tam olarak sonbaharın ruhunu yansıtıyor. 

Kişisel olarak açıkçası ilk versiyonu hala favorim çünkü bana göre 2012 versiyonunda şarkının tüm o coşkusunu Taylor'ın sesinde net bir şekilde duyabiliyorsunuz, Taylor aşkın renkleriyle tam anlamıyla ilk kez tanışan genç bir kadının heyecanını dinleyiciye çok başarılı bir şekilde yansıtıyor. Fakat Taylor's Version'ın da ayrı bir güzelliği var; daha sakin, daha oturmuş. Yaklaşık on sene önce bir genç kadının kaleminden çıkmış bir şarkıyı otuzlu yaşlarının başındaki bir kadından dinlediğinizi tam anlamıyla hissediyorsunuz. Ve hangi yılda söylenirse söylensin dinlerken size tam anlamıyla geçen bir duygu var, o da aşkın renginin gerçekten de parlak bir ateş kırmızısı olduğu :")

3) Treacherous: Dürüst olmak gerekirse Treacherous benim dönüp defalarca dinlediğim bir şarkı değil ama bunun sebebi şarkının kötü olması değil kesinlikle, sadece Red albümünden o kadar çok favorim var ki diğerlerinin yanında arada kaynıyor biraz :")) Şarkının Love Story gibi biraz masalsı bir havası var, en azından dinlerken bana öyle hissettiriyor.. Taylor şarkıda yine aşkın öngörülemez ve tıpkı bir hain gibi ansızın size ihanet edip kalbinizi paramparça edebilecek doğasını anlatıyor ve buna rağmen güvenilmez ve tehlikeli o yolu sevdiğini söylüyor. En sonunda da aşkın büyüsüne karşı koyamayıp o yolu izleyerek aşık olduğu kişinin peşinden gidiyor. Tehlikeli hayaller ve sırtından bıçaklayabilecek tatlı umutların arasında kendini kaybediyor çünkü güvenli hissettirecek bir şeyin o yolculuğa/yola değmeyeceğini söylüyor, aşkın doğası gereği insanı sürekli diken üstünde tutan o heyecanından hoşlanıyor. 

4) I Knew You Were Trouble: Hemen Treacherous'ın ardından gelen ve çoğu kişi gibi benim de albümdeki favorilerimden birisi olan bu şarkıda Taylor, aşkın büyüsüne kapılıp çıktığı o tehlikeli yolculukta soğuk ve sert zemine kapaklanan birini anlatıyor. İçten içe daha gördüğünüz ilk anda uzak durmanız gerektiğinizi hissetmenize rağmen merakınıza karşı koyamama hissinden ve sonrasında gelen hayal kırıklığından, öfkeden ve farkındalıktan bahsediyor. Karşı tarafın umursamazlığından ilk başta gizliden gizliye hoşlansa ve onunla birlikte daha önce gitmediği yerlere yolculuk etse de zaman sonra kendini yerde bulduğunda ağladığı anlarda dahi asla umursanmadığını, kendisinden asla özür dilenmediğini ve genel olarak aşık olduğu kişinin kendisi dışında kimseyi önemsemediğini fark eden birini dinliyoruz. En sonunda da bir zamanlar göz ardı etmeye çalıştığı her şeyi net bir şekilde gördüğünde kendini suçluyor. Kaç kez dinlersem dinleyeyim asla bıkmayacağım bu şarkıyla ilgili tek hoşlanmadığım şey Taylor's Version için hazırlanan lyric videosu oldu ne yazık ki... Klibinden bir kesite benzese ve aslında bir şeyler çağrıştırsa da bana sıkıcı ve özensiz geldi. 

5) All Too Well: Red ilk yayınlandığında herkesin gözdesi olan ancak asla hak ettiği ilgiyi göremeyen All Too Well çoğunuzun da bildiği gibi yıllar sonra nihayet hak ettiği değeri görerek Red Taylor's Version'ın gözdesi oldu. Şarkı hakkında onlarca hatta yüzlerce şey söylemek mümkün; sırf Taylor'ın daha 21-22 yaşında oturup duygularını bu kadar şiirsel bir şekilde dile dökmesini bile paragraflarca övebiliriz sanırım. Şarkıya daha detaylı olarak biraz aşağıda bulacağınız 10 dakikalık versiyonunda değineceğim, o yüzden kendimi tekrarlamak için çok fazla şey yazmak istemiyorum ama blog yazısı için yeniden dinlerken şarkıların gerçekten de bir hikayenin bölümleri gibi sırasıyla arka arkaya geldiğini daha iyi fark edip bir kez daha Red'in neden favori albümüm olduğunu anladım. Aslına bakarsanız albümün toplamda 2 saat 10 dakika sürdüğünü düşünürseniz Red için kendine özgü hikayesiyle bir bakıma film demek bile mümkün. I Knew You Were Trouble'da geriye dönüp her şeyin farkına vardıktan sonra All Too Well'de yaşananları kabullenip tüm o anıların altında ezilen Taylor'ın hüznünü ve kalp kırıklığını dinliyoruz. 

Ayrıca mevsim geçişleri ve arka plandaki ağaç metaforuyla resmedilen lyric videosuna bayıldım! Şarkıda da söylediği üzere sanki zaman geçmiyormuş ve felç olmuş, yani bir ağaç gibi yerine saplanıp kalmış gibi hissederken olduğu yerde tüm duyguları yaşadığını, tüm yapraklarının döküldüğünü ve en sonunda kuru dallarıyla soğuğun altında yapayalnız kaldığını betimlemiş. Üzerimde okuduğum bölümün yan etkisi olduğu için fazla yorumluyor da olabilirim ama şarkıyı tekrar başlattığınızda -doğal olarak- yeniden bahardan başlaması da çok hoş bir detay, her şey gibi hüznün ve hayal kırıklığının da geçici olduğunu ve hayatın benzer şeylerin tekrarından oluşan bir döngü olduğunu düşündüm ben direkt. Bir daha hiç gelmeyeceğini düşündüğünüz bahar bir şekilde tekrar geliyor. 

6) 22: 22 ilk çıktığı zamanlar henüz 13 yaşındaydım, "ne zaman 22 olacağım acaba" diye düşünüp bu şarkıyı dinleyerek 22 yaşına girme hayalleri kurarken (kedi tacını bile 1 yıl önceden sipariş etmiştim...) bu yıl nihayet gerçekleştirmem -ve bir yıl daha yaşlanmam- üzerine Taylor's Version'ın da bu yıl gelmesine üzerine nasıl mutlu olduğumu anlatamam. 22, albümdeki The Moment I Knew şarkısında hikayesini dinlediğimiz korkunç geçen 21. yaş gününden sonra 22 yaşına girerken kalp kırıklıklarını ve sorumluluklarını bir kenara bırakıp anın keyfini çıkarmaya ve doğum gününü unutulmaz kılmaya karar veren Taylor'ın hikayesi. Aynı zamanda çıktığı günden beri 22 yaşına girenlerin marşı olma özelliğini de taşıdığını söyleyebiliriz :") Taylor's Version çıktıktan sonra daha çok gündeme getirildiği gibi All Too Well'den sonra gelmesi de sahiden çok akıllıca bir tercih olmuş, hatta The Moment I Knew'dan sonra gelse bu kadar çarpıcı olmazdı belki de. 

Ve sizi bilmiyorum ama ben 22 hissediyorum. 

7) I Almost Do: İşte albümdeki favorilerimden birine daha geldik! Ortada öyle bir şey olmasa da her dinlediğinizde sanki siz de gece yarısı pencerenin kenarında oturmuş yağan yağmuru seyrederken birini aramamak için zor duruyormuşsunuz gibi hissettiren o şarkı... 22'da her şeyi bir kenara bırakıp partileyen birinin hikayesini dinledikten sonra albümün bu bölümünde dışarıdan unutmuş veya çoktan aşmış gibi görünse de içten içe her gece mantığı ve duygularıyla savaşan birini görüyoruz. Arayıp duygularını söylemek ve o kişiye koşmak istiyor, onun da kendisini düşündüğüne emin, hatta her seferinde kendini güçlükle durduruyor ancak yeniden merhaba diyerek bir vedayı daha göze almak istemiyor. Şarkının orijinalini çok seviyordum zaten, bir de Taylor's Version'da sondaki yeni düzenlemeler de ayrıca hoşuma gitti, Taylor'ın olgun sesine de çok yakışmış. Kısacası I Almost Do tam olarak birini hayatından çıkarıp geride bıraktıktan sonra dışarıdan iyileşmiş gözükse de içinde fırtınalar kopan birinin öyküsü. 

8) We Are Never Ever Getting Back Together: I Almost Do'da birinin ardından gizlice duyulan özlemi dinlerken bu kez defalarca ayrılıp barıştığınız, artık toksik bir rutine bağlayan ilişkiyi tamamen bitirip sizi sürekli arayarak hâlâ sevdiğini söyleyen kişiye "tamam, bitti artık, bir daha barışmıyoruz, sondu" diyoruz. Albümdeki en eğlenceli şarkılardan birisi olan We Are Never Ever Getting Back Together artık ağrılı süreci geride bırakıp dans etme ve hayata devam etme bölümü ve tabii ki yine şarkıda Jake Gyllenhaal'a bazı göndermeler bulunuyor :"))

9) Stay Stay Stay: Hayran kitlesindeki bir kesim tarafından hiç beğenilmeyen fakat benim favorilerimden birisi olan, yine albümün en eğlenceli şarkılarından birine geldi sıra. Stay Stay Stay, size hayal kırıklığı yaşatan, tüm sorunlarını size atmaya çalışan biriyle hiç değer görmediğiniz bir ilişkiden sonra sizi gerçekten önemseyen, sizinle ilgili detayları ezberleyen, umutlarınızı, korkularınızı ve hayallerinizi bilen, size nazik davranan, kavgalarınıza rağmen sizi bırakmayan, bazen çıldırmanıza rağmen anlayış gösteren o kişiyle karşılaşmanızın öyküsü. Şarkı aynı zamanda sözleri ve müziğiyle o kadar tatlı ki ne zaman açsam mutlaka birkaç kez tekrar dinliyorum. Stay Stay Stay'i albümün en zayıf -hatta Taylor'ın en kötü- şarkılarından biri olarak görenleri asla anlamayacağım sanırım...

10) The Last Time (ft. Gary Lightbody): Her şarkıya böyle diyorum belki ama yine albümdeki favorilerimden birine geldik... The Last Time iki farklı kişinin bakış açısından biraz karşılıklı diyalog, biraz da aynı anda birbirini düşünen iki farklı insanın içsel monoloğu gibi anlatılıyor. Taylor ve Gary'nin seslerinin uyumuna bayılıyorum, Taylor's Version'da da dinlemek çok keyifliydi; Gary Lightbody kesinlikle şarkıya çok şey katmış. Şarkıda bir yanda nedenini bilmese de kendini ansızın yine aşık olduğu kişinin kapısında bulan ve gözlerini tekrar aşık olduğu kişinin yanında açma hayali kuran, özür dilemeye hazır bir adam, öte yanda ise ne zaman hayatına tekrar alsa gidişini izlemek zorunda kaldığı için bu kez dilenecek özürlere rağmen onun gidişini izlemeye gelen ve onsuz her şeyin daha iyi olduğunu söyleyen bir kadın var. Birbirlerinin gözü önünde kırılır ve acı çekerken bir şeyleri son kez soran, son kez isteyen ve bir şeylere son kez izin veren iki insanı anlatıyor şarkı. Kendi adıma konuşmak gerekirse ben yeni versiyonunu da en az orijinali kadar etkileyici buldum. 

11) Holy Ground: Albümün 11. şarkısı olan Holy Ground tam olarak geriye bakıp "ne güzel günlerdi" denilen anın hikayesini anlatıyor. Ancak eski güzel günleri anımsarken tamamen karamsar bir havaya girmek yerine aynı zamanda küçük bir kabullenmişlik ve umut da taşıyor bana kalırsa, kaybedilenlerin şerefine edilen bir dans gibi, zaten şarkıyı dinlerken hareketli ritmine kapılmamak elde değil. 

"Bu gece bu odadaymışsın gibi dans edeceğim ama eğer seninle olmayacaksa dans etmek istemiyorum." 

12) Sad Beautiful Tragic: Albümün en başarılı slow şarkılarından olan Sad Beautiful Tragic büyülü, güzel ancak trajik bir aşk hikayesini anlatıyor bize. Artık farklı şehirlerde boş yataklarda uyanan iki farklı insanın zamanla birbirlerine dair anılarını yitirdiği, araya giren mesafe ve zamanla önce yıkımın sonra da sessizliğin geldiği ve raydan çıkan bir tren gibi her şeyin tepetaklak olduğu bir ilişkiden bahsediyor. Karşısındaki kişinin kendisini asla dinlememesi üzerine kapanan telefonların ardından pes edilen anı resmediyor ve sonra da "aramızda ne güzel büyülü bir aşk vardı" diyerek geride kalan günleri ve kaybettikleri şeyleri kendi kendine yineliyor. Şarkının ritmi hem hüzünlü hem de garip bir şekilde huzur verici, şiirsel sözleriyle sonu hüzünlü biten bir masal dinliyormuşsunuz gibi hissettiriyor, ayrıca Taylor'ın olgunlaşmış sesine de çok yakışmış. Özellikle de daha en başında biraz geç kalınan sözlerin anlamını ne kadar yitirdiğinden bahsetmesi sanırım şarkıya dair en sevdiğim şey. 

13) The Lucky One: Albümün 13. şarkısı geri kalanından büyük bir farklılık gösteriyor çünkü bu kez Taylor kendi deneyimlerinden yola çıkarak kaleme aldığı bir aşk hikayesiyle değil, başka insanlardan esinlenerek yazdığı ve her şeyden bunalan ünlü bir yıldızın inzivaya çekilişini konu alan bir hikayeyle karşımıza çıkıyor. 13 yaşımdan beri albümdeki en sevdiğim şarkıların içinde yer alan The Lucky One bana hâlâ tuhaf bir şekilde ortaokul yıllarımı çağrıştırdığından yeri de benim için çok özel :") Ve muhtemelen albümde 13. sırayı verdiğine göre Taylor için de özel bir yeri vardır. 

Şarkı Melekler Şehri olarak bilinen Los Angeles'a takma bir sahne adı ile şöhret ve para umuduyla ayak basan birinin sahneye girişiyle başlıyor. Flash ışıklarının her şeyi parıltılı gösterdiği ve herkesin güzel ve havalı olanı sevdiği bu ışıltılı dünyada bahsi geçen kişinin ismi kısa sürede elmastan bir yıldız gibi gökyüzüne yükseliyor. Gösterişli, siyah ve büyük arabalarla Riviera manzaraları etrafını sarmışken birden skandallar patlak veriyor ve ünlü yıldızın adı dedikodulara karışıp özel hayatı manşet oluyor. Bu esnadaysa etrafındaki insanlar ne kadar şanslı olduğundan bahsederken kafası karışan ünlü yıldız tam aksine güzel değil kullanılmış hissediyor ve tabii ki rekabetin hüküm sürdüğü ve tutunmanın çok zor olduğu dünyada onun düşüşünü ve yerini almayı bekleyen onlarca genç sima var. Taylor da "şimdi sana şanslı olduğunu söyleyecekler, peki sen şanslı olduğunu söyleyebilir misin bana?" diye soruyor. Sonrasında ise kendisi şöhret basamaklarını tırmanmaya başladığında herkesin hâlâ ünlü yıldızın ansızın ortadan kaybolup inzivaya çekilişini konuştuğunu söylüyor ve biraz zaman aldığından ama artık onu anladığından bahsediyor. Ünlü yıldıza onun asıl şimdi "şanslı" olduğunu söylüyor. Taylor'ın farklı insanların gözünden yazdığı şarkılara ayrıca bayılan birisi olarak The Lucky One benim için dinlemesi inanılmaz keyifli bir şarkı, hatta "filmi olsa ne güzel olurdu" dedirten şarkılardan birisi bence. 

14) Everything Has Changed (ft. Ed Sheeran): Everything Has Changed aşık olduğunuz sabah birdenbire midenizde kelebeklerle uyanıp yalnızca o insanı daha yakından, daha çok, daha iyi tanıma isteğiyle dolup taştığınız ve umut dolu mavi bir gökyüzünü andıran o anı konu alıyor. Bir günde yalnızca bir merhabayla her şeyin nasıl tamamen değiştiğini, hayatınızın o an ve sonrası olarak ikiye ayrıldığını anlatıyor. Taylor ve Ed'in hem sesini hem de tarzını birbirine çok yakıştırıyorum ve iş birliklerini seneler sonra yeniden dinlemek çok güzeldi. 

15) Starlight: Taylor's Version'ı yarılayan Starlight umut dolu ve yıldız tozlarından yapılmış bir şarkı. İmkansız şeyleri düşlemenin, hüznü ve gereksiz fazla düşünmeyi bir geceliğine kenara bırakıp aşık olduğunuz kişiyle adını hatırlamadığınız o muhteşem melodide sanki yıldız ışığından yapılmışsınız gibi dans ettiğiniz o anın şarkısı. Asla unutulmayacak o geceyi ve anın büyüsüne kapılarak kurulan çılgınca hayalleri dinliyoruz. Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim, lyric videosuna bayıldım!

16) Begin Again: Begin Again zaten ilk çıktığı andan beri çok sevdiğim bir şarkı olsa da Taylor's Version'da açık ara farkla favorim oldu, yeni halini o kadar beğendim ki özellikle de "break and burn and end" dediği kısım inanılmaz hoşuma gitti. 

Şarkıda kötü biten bir ilişkiden sonra kafasında aşkı her şeyi silip süpüren yıkıcı bir yangın olarak gören birinin yeni biriyle tanıştıktan sonra aşka tekrar inanmasını ve bir daha asla hissetmeyeceğini sandığı o duyguların bir çarşamba günü kafede oturup yalnızca basitçe sohbet ederken bir çiçek gibi tekrar açışını izleyen birinin hikayesini dinliyoruz. Geçmiş geçmişte kalıyor ve uzun bir hüznün ardından bahar tekrar geliyor. 

17) The Moment I Knew: Albümün 17. şarkısında 22'nun çıkış noktasına ve All Too Well'e geri dönüyoruz aslında. Taylor burada büyük hayallerle planlayıp müthiş bir heyecanla beklediği 21. yaş gününe sevgilisinin gelmemesi üzerine yaşadığı hayal kırıklığını ve mahvolan doğum gününü anlatıyor. Tüm gece gözü kapıda beklemesine rağmen beklediği kişi gelmeyince onca insanın içinde dağılıyor ve o an anladığını söylüyor. Yine albümdeki favorilerimden olan The Moment I Knew'un yansıttığı duygu yoğunluğundan dolayı 2012 versiyonunu daha çok sevsem de tekrar dinlemesi keyifliydi ve elbette Taylor'ın üzerinden 10 sene geçmiş doğum gününde yaşadığı kalp kırıklığını aynı hislerle aktarmasını bekleyemezdik de zaten. Yine de hem All Too Well'in hikayesini tamamlaması hem de 22'yu daha anlamlı kılması nedeniyle bence The Moment I Knew kesinlikle albümün en önemli şarkılarından birisi ve yine çok güzel bir kısa film olma potansiyeli taşıyan şarkılardan.

18) Come Back Be Here: Bana göre yalnızca Red albümünün değil Taylor'ın gelmiş geçmiş en başarılı şarkılarından biri olan Come Back Be Here bize aslında içten içe çok bağlanmamaya çalışsa da kendine engel olamayan ve uzaktaki birine hem ihtiyaç hem özlem duyan bir kişiyi anlatıyor. Şarkı bana her seferinde soğuk bir gece yarısı boş bir tren istasyonunda asla gelmeyecek bir şeyi ya da birini boş yere bekliyormuşum gibi hissettiriyor. 

19) Girl At Home: Sıra yine albümde en zayıf görülen ve hatta birçok kişinin de albümün en kötü şarkısı olarak gösterdiği bir şarkıya geldi. Taylor da fark etmiş olacak ki Girl At Home yeni versiyonuyla en çok değişime uğrayan şarkı olmuş, gerçi ben eski halini de kötü bulmuyordum ama bu haliyle 1989 albümünden New Romantics ve How You Get The Girl karışımı bir hava vermiş. Sanki o albümdenmiş de yanlışlıkla Red'e sızmış gibi olmuş. Şarkıda ilişkisi olan bir adamın kendine yaklaşmaya çalışması üzerine Taylor "eğer aptal olsaydım bu iyi bir teklif olabilirdi" diyor, en sonunda da asıl gerekçesini öğreniyoruz. "Eğer bir zamanlar tıpkı o kadının durumunda olmasaydım iyi bir teklif olabilirdi bu" diyor, kendisi de zamanında aldatıldığı için her şeyden habersiz evde bekleyen kadınla empati kurduğunu söylüyor. 

20) State of Grace (Acoustic Version): Şarkıdan en üstte zaten bahsetmiştim ancak Taylor's Version'da Taylor'ın olgunlaşmış sesiyle State of Grace'in akustik versiyonunu dinlemek kesinlikle ilk halinden çok daha keyifliydi, şarkıyı çok üst bir noktaya taşımış.

21) Ronan: Albümün belki de en duygusal şarkısı Ronan, ancak bu kez ortada bir kalp kırıklığı veya trajik bir aşk hikayesi yok. Şarkı adını dört yaşına girmeden üç gün önce çocuklarda en sık görülen tümörlerden birisi olan nöroblastom nedeniyle yaşamını yitiren küçük bir çocuktan alıyor. Taylor bu şarkıyı Ronan'ın annesi Maya Thompson'ın blog yazılarını okuduktan sonra yazmış ve hatta Maya Thompson'a şarkının söz yazarı olarak da ayrıca yer vermiş. Sanırım böylesine bir şarkının haklarını yitirmek Taylor için çok zor olmuştur ve tekrar şarkının haklarını hak ettiği şekilde geri almasıyla Ronan yeniden albümün en özel ve anlamlı şarkılarından birisi oldu.

22) Better Man (From The Vault): Better Man, Red albümü ilk çıkacağı zaman albüme dahil edilmeyen ve sonradan Little Big Town isimli bir country grubuna verilen bir şarkıydı fakat şarkıyı daha önce Taylor'ın sesinden dinlemiştik, tabii stüdyo versiyonu inanılmaz güzel olmuş. Red için From The Vault favorilerimi seçmem gerekse kesinlikle birisi Better Man olurdu, şarkı hem müziği hem de sözleriyle oldukça başarılı. Şarkıda aslında ayrılığın gerekçelerinin ve yalnızken daha iyi olduğunun farkında olan ve kaçarak yapabileceği en cesurca şeyi gerçekleştirdiğini bilen birinin yine de eski ilişkisine ve sevgilisine duyduğu özlemi dinliyoruz. Karşıdaki kişi kendisinin hiç gitmeyeceğini düşünerek acımasızca davransa da elinde olmadan onu özleyen birisi var ve eğer bahsi geçen kişi daha iyi bir adam olsaydı her şeyin nasıl olacağını merak ediyor. Kısacası şarkı aslında toksik olduğunu ve uzak durmanız gerektiğini bildiğiniz bir kişiye duyulan özlem ve içten içe onun daha iyi birisi olmayı dilemekle ilgili. 

23) Nothing New (ft. Phoebe Bridgers) (From The Vault): Nothing New sandığımızın aksine aslında yaş alıp büyüdükçe ne kadar az şey bildiğimizi fark edip etrafımıza yabancılaşmamızın hikayesini anlatıyor bize. İnsanlar size bir şeyler söylüyor ancak yapsanız da yapmasınız da bir şekilde eleştiriye uğruyorsunuz, herkesi memnun etmenin hiçbir yolu yok. Kafanızın içinde bu savaşı verirken bir yandan da insanlar sizi hâlâ sevip isteyecek mi diye merak ediyorsunuz. Ayrıca şarkıda toplumun kadınlara takındığı seksist tutumu da eleştirmiş, dolaylı yoldan bunun genç kadınların bocalamasına ve sendelemesine neden olduğunu söylemiş. Şarkı birçok duyguyu içinde barındırıyor aynı zamanda ve Phoebe Bridgers'ın da sesini şarkıya çok yakıştırdım. 

24) Babe (From The Vault): Daha önce Sugarland'le -kısmen- düet şeklinde duyduğumuz Babe'i bu kez yalnızca Taylor'ın sesinden dinliyoruz ve ben bu versiyonuna kesinlikle bayıldım! Şarkı tam olarak böyle acı-tatlı diyebileceğiniz bir çizgide ilerliyor. Aldatılan bir kadın var, paramparça olan ilişkilerine bakıp bir anlamı olmadığını bilse de "başka kimse olmayacak demiştin, bunu bana nasıl yaparsın, verdiğin sözlere ne oldu" diye soruyor. 


25) Message In A Bottle (From The Vault): Albümün temposu en yüksek şarkılarından olan Message In A Bottle'da yine uzakta duyulan birine duyulan özlem var ancak bu kez üzücü değil de daha çok umutsuz aşık şeklinde görüyoruz bunu. Taylor farklı kıtalarda bulunduğu kişiye çılgıncasına bir aşk besliyor ve elinden gelen tek şey aradaki okyanusu aşıp o kişiye ulaşmasını umarak şişenin içinde bir mesaj göndermek. Bir bakıma metaforik olarak yardım mesajı göndererek aşkın kendini soktuğu hastalıklı ve kuruntulu ruh halinden kurtarılmayı umuyor. Mantıklı düşünme yetisini yitirdiğini fark ederek "beni ne hale getirdiğine bir bak" diyor ama elbette kendine engel olamıyor, karşısındaki için sıradan birisi olmaktan korkuyor. 

26) I Bet You Think About Me (From The Vault): Çok hoş bir kliple taçlandırdığı bu şarkıda Taylor Swift biraz takıntılı bir aşıktan söz ediyor. Kendisini küçük gören, elit bir tabakadan gelen züppe ve kendini beğenmiş biriyle biten ilişkisinin ardından "eminim hâlâ beni düşünüyorsundur" diyor. 

27) Forever Winter (From The Vault): Albümün sonuna yaklaşırken bu kez aşkla değil de sevgiyle ilgili bir şarkıyla karşılaşıyoruz. İlk dinleyişte bir aşk ilişkisi olarak da algılanabilecek bu şarkı aslında uzun süredir içten içe depresyonla mücadele ettiğini bilmediğiniz ve çok sevdiğiniz bir yakınıza "ben yanındayım, hiç gitmeyeceğim, sonsuza dek senin yaz güneşin olacağım" demekle ve sevdiğiniz birini en kötü anında bile bırakmamakla ilgili. 

28) Run (ft. Ed Sheeran): En az Everything Has Changed kadar huzur verici bu şarkıda yine Taylor ve Ed'in iş birliğini dinliyoruz. Şarkı sevdiğiniz birinin elinden tutup herkesten ve her şeyden kaçarak uzaklara, hiçbir sınırın olmadığı huzurlu bir yere gitmenin hayalini anlatıyor. 

29) The Very First Night: Albümün en sonunda asıl beklenene gelmeden önceki son durakta yine yüksek bir tempolu ve eğlenceli bir şarkı karşılıyor bizi. Aşık olduğu kişiyi ne kadar özlediğini gökyüzüne yazmak isteyen birinin gözünden tutkulu ve masalsı bir aşk hikayesini dinliyoruz, nedense şarkı bana Before Sunrise filmini çağrıştırdı. Biriyle yeni tanışmanın verdiği aklınızı kaybettirecek heyecanın beraberinde getirdiği ve sıkı bir düğüm gibi birbirine dolaşmış endişe, korku ve mutluluğu şarkıda duyabiliyorsunuz. The Very First Night, Red - From The Vault içerisinde en beğendiğim şarkılardan biri oldu. 

30) All Too Well (10 Minute Version) (From The Vault): Ve işte geldik herkesin duyduğu andan beri heyecanla beklediği, albümü en üst noktaya taşıyan, Taylor Swift'in her anlamda sanatsal yönünü ortaya koyarak söz yazarlığı, müzisyenliği ve yönetmenliğiyle dokunduğu, günümüzde artık sanatçılar 5-6 dakikalık şarkıları bile uzun diye dinletemezken her listede zirveye oynayan All Too Well'in 10 dakikalık versiyonuna. 
Dürüst olacağım, ilk kez dinlediğimde pek hoşlandığımı söyleyemem çünkü All Too Well'in büyüsünü taşımıyordu bana göre, favorim daima Taylor'ın Grammy töreninde piyano başında söylediği versiyonu olacak sanırım. Sonrasında kısa filmiyle birlikte izlediğimde şarkı beni fazlasıyla etkiledi, izleyiciye/dinleyiciye çok zekice sunulmuş bir şarkı var sonuçta ortada ama ben şarkıya All Too Well'in yeni değil de farklı bir versiyonu olarak bakıyorum. Orijinal versiyonuna göre daha acımasız, daha sert ve daha dürüst. Hatta kimileri bu nedenle şarkı sözlerinin bir kısmının yeni yazıldığını iddia ediyor, bazı kısımları -özellikle de kendisini uzun süredir takip eden kitlesine- eski Taylor'a değil de daha dobra sözler yazan şimdiki Taylor'a aitmiş gibi geliyor. 
Ne olursa olsun Taylor bu hamleyle birçok listeyi domine edip başarıdan başarıya koştu, orası yadsınamaz bir gerçek ancak aynı zamanda eleştiri oklarının da hedefi oldu çünkü kimilerine göre seneler önce bitip gitmiş ve yalnızca birkaç ay sürmüş bir ilişkiyi gündeme getirmek çocukça ve gereksiz bir hamle olarak görüldü. Açıkçası bence bu tartışmaya açık bir konu, sonuçta sanat dediğimiz şey sanatçının yaşadıklarını yansıtabileceği sonsuz ve özgür bir platform aynı zamanda. Bu sebeple etrafta başka birçok örneği varken yaşadıklarını açıkça sanatına yansıtan tek kişi Taylor Swift'miş gibi yerden yere vurmak haksızlık olur. Tabii öte yandan ilişki iki taraflı yaşanan bir şeyken tek tarafın gözünden bakıp ciddi ciddi Jake Gyllenhaal'a nefret kusan insanlar da oldu, bu kadarı biraz gereksiz ve olayın asıl amacından sapan hareketlerdi bana kalırsa.
Tekrar şarkıya gelecek olursak şarkı sözleri ve klibiyle birlikte yaş farkının bitmesinde büyük bir rol oynadığı toksik bir ilişkiyi 20li yaşlarının başındaki genç bir kızın kaleminden çarpıcı bir şekilde konu alıyor. Benzer tecrübeleri yaşayan birçok insan vardır, bu konuda hemfikiriz ancak o kadar genç bir yaşta yaşadıklarını bu kadar şiirsel bir şekilde söze kaç kişi dökebilir bilemiyorum. 
Dediğim gibi şarkının ilk versiyonu benim hep favorim olacak fakat yeni versiyonuna dair en sevdiğim şey sanırım Taylor'ın 10 sene sonra şarkıyı söylerken takındığı tavrı görmek oldu. Hayatta tabii ki zaman zaman kötü -hatta korkunç- tecrübeler yaşıyoruz ve o an için bir daha hiç düzelmeyeceğimizi, hayatın tepetaklak olduğunu, her şeyin sonsuza dek bittiğini düşünüyoruz. Özellikle de 20li yaşlarının başındaki insanlar için -kendimden de biliyorum- ufak tefek şeyler hayatın sonu gibi hissettiriyor ve her şeyi gereksiz şekilde çok ciddiye alıyoruz bazen. Taylor Swift'in eski performanslarını izlerken de kalbi kırılmış, dramatik ve genç bir kızı net bir şekilde görüyorsunuz; hiç iyileşemeyeceğini düşünüyor. Ancak şimdi aynı şarkıyı gülerek, gayet kendinden emin, hiç sarsılmadan söylemesi bize hayatla ilgili çok şey anlatıyor. Hayatta size All Too Well'i yazdırabilecek tecrübeler bile gün geliyor ve yüzünüzde büyük bir gülümsemeyle anlatabileceğiniz silik anılara dönüşüyor. Ayrıca Taylor Swift'in -en azından magazine yansıdığı kadarıyla- hayatının en tatsız tecrübelerini alıp sihirli dokunuşuyla bir şekilde başarı öyküsüne çevirmesi de takdire şayan gerçekten.
Evet, sanırım bu son yorumla birlikte bu upuzun inceleme yazısına artık bir nokta koymam gerekiyor. Yayınlandığı andan beri favorim olan ve Taylor'ın kalbi kırık bir insana benzettiği bu albümü tekrar dinlemek çok ama çok keyifli bir deneyimdi. Mutluluğu, özgürlüğü, kafa karışıklığını, yalnızlığı, yıkılmışlığı, coşkuyu, heyecanı ve geçmişten gelip bizi gafil avlayan anıları aynı anda harmanlayıp önümüze sunan bu albüm şüphesiz ki Taylor'ın kariyerinin de en önemli çalışmalarından biri. Seneler sonra nihayet hak ettiği değeri görmesi de çok mutluluk verici. Red Taylor's Version özellikle de insanların kadınların ayağını kaydırmaya çalıştığı eğlence ve müzik sektöründe sözlerinden müziğine kadar her şeyine emek verdiği çalışmalarının elinden alınmasına sessiz kalmayıp hepsini tekrar kaydederek tekrar zirveye oynayan Taylor Swift'in gerçekten de günümüz müziğinin en büyük ikonlarından birisi olduğunu bize bir kez daha gösterdi.
Red her sonbahar sıkılmadan aynı heyecanla ama her seferinde farklı hislerle dinleyebileceğiniz bir başyapıt. Her saniyesiyle size sonbaharı sonuna kadar yaşatırken aynı zamanda bir şekilde ilkbaharın da kapıda olduğunu hissettiriyor.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere!

Aşağıda albümdeki bazı şarkılara yaptığım çevirileri bulabilirsiniz:


Yorumlar

  1. Taylor ve sen... İki en sevdiğim şey❤️❤️❤️❤️

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popular Posts

The Untamed Dizi Yorumu

Herkese merhaba! Yıl sonunu çok sevdiğim bir diziden bahsederek kapatmak ve herkese mutlu yıllar dilemek istedim. The Untamed bir süredir izlemek istediğim ancak bölüm sayısı fazla olduğu ve daha önce herhangi bir Çin yapımı izlemediğim için sürekli ertelediğim bir diziydi. Dizinin konusu hakkında hiçbir fikrim yoktu, sadece bir novel uyarlaması ve BL temalı olduğunu biliyordum. 50 bölüm gözümde çok büyüdüğü için sürekli erteledim ve itiraf etmek gerekirse Çince kulağıma önceden pek hoş gelmediği için ön yargılarım vardı. Fakat diziyi bitirdikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki ön yargılarım aslında gereksizmiş. Diziye başlarken 50 bölümü gözünde büyüten ben, 10 bölümü izledikten sonra keşke dizi daha uzun olsaymış demeye başladım, hatta son bölümü izlerken 50 bölümlük birkaç sezon olmasını istedim ve bence daha uzun olsaymış da olurmuş çünkü Bulut Kovuğu'nda aldıkları eğitimi bile ayrı bir dizi olarak izleyebilirdim.  Diziyi hiç duymayanlar için kısaca konusundan bahsedeyim önc

The Flower of Evil Dizi Yorumu

Herkese merhaba, The Flower of Evil'ı yeni bitirdim ve bitirir bitirmez hemen yorumunu yazmak istedim çünkü inanılmaz iyiydi ve izlerken her bölümünden ayrı keyif aldım. Bilmeyenler için dizinin konusunu ve merak edenler için tanıtımını  aşağı bırakıyorum ve sonrasında spoiler içeren yorumuma geçiyorum. Dizi, karanlık geçmişini gizleyen ve başka birinin kimliği altında yaşayan bir adam ( Lee Joon-Gi ) ile o adamın (kocasının) peşine düşen bir dedektifin ( Moon Chae-Won ) etrafında dönmektedir. Öncelikle diziye başlama sebebim dizi hakkında okuduğum iyi yorumlar, Lee Joon-Gi'nin oyunculuğu ve dizideki kızıyla paylaştığı fotoğrafları görmem oldu. Başlarken çok yüksek beklentilerim yoktu fakat dizi daha ilk bölümünden bile merak uyandırdı ve beni içine çekmeyi başardı. Kore dizileri izlemeye karantina döneminde başladım ve açıkçası çok fazla ön yargım vardı, çoğu insan gibi ben de İngiliz ve Amerikan dizileri izlemeye alışık olduğumdan bir Kore dizisi izlemek hiç de cazip gelmiyor

Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri // Kitap Yorumu

 Herkese merhaba, Aslına bakılırsa bu yazıyı uzun bir süredir yazmayı planlıyor olduğum halde nasıl yazacağımı bir türlü tasarlayamadığım için erteliyordum. Şiir tutkunu olduğumu söyleyemem, fakat hoşuma giden şiirleri ve sevdiğim yazarların derlemelerini okumayı severim. Edgar Allan Poe kullandığı imgeler ve kafanızda çizdiği soyut resimlerle okumaktan keyif aldığım yazarlardan birisi. Bu nedenle daha kitabın kapağını açarken bile beni içine çeken dünyanın hoşuma gideceğinden emindim. Şiirler hakkındaki yorumuma geçmeden önce İthaki Yayınları'ndan çıkan derlemeyi okudum ve çevirisinin çok başarılı olduğunu söyleyemem açıkçası. Elbette çeviri yapmak, özellikle de şiir çevirisi yapmak oldukça zor bir iş, ama yine de çok daha iyi olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. Neyse ki bir tarafta orijinal dil, diğer tarafta çeviri olacak şekilde basmışlar, bu yüzden de çok problem olmadı.  Şiirlerin hepsini eşit derecede sevdiğimi söyleyemem tabii ki, içlerinde hoşuma gitmeyen şiirler de oldu