Ana içeriğe atla

Squid Game Dizi Yorumu

 Merhabalar!

Bu ayı bu yorumu yazmadan bitirsem olmazdı sanırım, aslında diziyi bitireli iki haftadan fazla oluyor ama yeni vakit bulabildim ve zaten dizinin de popülaritesi bir süre azalacak gibi görünmüyor; bu nedenle çok da geç kalmış sayılmam galiba. 

Dönem dönem bir anda dünyayı etkisi altına alan dizilere, filmlere, oyunlara, şarkılara ve akımlara artık alıştıysak da çoğu insanın uzak doğu yapımlarına ön yargısını hâlâ pek kıramadık fakat her şeye rağmen Squid Game tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de binlerce insan tarafından seyredilen bir dizi olmayı başardı. Zaten tüm zamanların rekorunu kırarak Netflix'in en çok izlenen dizisi olmuş ve tüm sosyal medyayı etkisi altına almışken pek de şaşırtıcı bir sonuç değil bu aslında. Sonuçta YouTube'da nereye baksak dalgona şekeri yapımı videosuna rastlayabileceğimiz ve Twitter'da ne zaman trendlere göz atsak Squid Game'e denk geldiğimiz bir dönemden geçiyoruz.

Peki çok büyük bir ses getiren bu dizinin konusu ne diye soracak olursanız dizi birçoğumuzun bugünlerde empati kurabileceği ve maddi açıdan zorluk çeken bir grup insanın metro istasyonunda kendileriyle para karşılığı oyun oynamak isteyen bir adamla tanışmasının ardından önlerine çıkan bir "fırsatla" gözlerini modern bir hapishaneyi andıran bir yerde açmalarını ve ardından 45 milyar won para ödülünü kazanmak için oynadıkları oyunları ve sonrasında geçenleri konu alıyor. 

1'den 456'ya kadar numaralandırılmış bu yarışmacılar kendilerini hiç bilmedikleri bir yerde bulduklarında şaşırsalar da para ödülünü duyunca epey heyecanlanıyorlar tabii ve para ödülünü sadece birkaç çocuk oyunu oynayarak kazanacaklarını öğrenince iyice hevesleniyorlar. Dış dünyada maddi zorluklarla baş etmeye çalışırken önlerine böyle bulunmaz bir fırsat gelince akıllarına en kötüsünü getirmek yerine rakiplerinin arasından sıyrılmaya odaklanıyorlar ve bu noktada dizinin sunduğu karakter çeşitliliğini sevdiğimi belirtmeden de geçemeyeceğim çünkü temelde aynı sebepten ötürü oraya getirilmiş olsalar da her insanın aynı koşul altında vereceği farklı tepkileri izlemek keyifliydi. Sonuçta paylaştıkları ortak noktalar olsa dahi hepsinin farklı yaşantılardan geliyor olması ve doğal olarak birbirlerinden farklı olmaları, ancak buna rağmen zaman zaman çok farklı koşullardan gelen insanlar benzerlik gösterebilirken benzer durumların içinden çıkmış insanların da tamamen zıt davranabilmesi başarılı bir şekilde işlenmişti.

Tabii hikayede asıl iplerin koptuğu nokta oyuncuların tam da dış dünyadan soyutlanıp önlerindeki milyonda bir gelecek şansa odaklandığı ve neredeyse neşeli bir şekilde oyun oynamaya kendini kaptırdığı yerde kuralları ihlal eden adaylardan birinin pat diye vurulması ve ardından işlerin renginin tamamen değişmesiydi. Ki zaten muhtemelen dizi yalnızca gerçekten de bir grup oyuncuya çocuk oyunu oynatıp elenenleri sadece göndererek kalan kişiye para ödülü verse şu an ulaştığı popülaritenin yanından bile geçemez ve hatta muhtemelen çekim aşamasına da gelmezdi. 

Aslında öncesinde rastladığımız, az çok benzer temada ve konuda yapımlar yok değil, fakat bana kalırsa piyasa birbirinin neredeyse tıpatıp aynısı yüzlerce diziyle doluyken Squid Game'in konusuna "hiç orijinal değil" demek de biraz haksızlık olur. Üstelik dizi daha önce benzerlerine rastladığımız bu konuyu gayet başarılı bir şekilde işliyordu bence, en azından dizinin ilk yarısı için görüşüm bu yönde. Zaten yalnızca dokuz bölümden oluşan mini bir dizi ve çoğu zaman saati kontrol eden birisi olarak hiçbir bölümü izlerken "ne zaman bitecek acaba" diye düşündüğümü hatırlamıyorum. Şu altın maskeli garip adamlar ortaya çıkana dek dizinin heyecanı da gerilimi de dramı da tam dozundaydı bana göre, ama oraya birazdan geleceğim.

Her şeyden önce Netflix yapımlarının büyük bir hayranı olduğumu söyleyemem ve genel olarak dizileri de verdikleri mesajlar bakımından çok incelemiyorum ancak dizide sosyal eleştiri olarak yorumlayabileceğiniz noktalar da yok değildi ve ilk oyunda neye uğradığını şaşıran oyuncuların geri dönmek için yaptığı oylama da demokrasi konusunda yerinde bir gönderme sayılırdı. Sonuçta içinde bulundukları durumda oyunculara devam edip etmeme konusunda bireysel tercihleri sorulup ona göre de değerlendirilebilirdi.
Ama tabii hemfikiriz ki dizinin atmosferini düşündüğümüzde böylesi yeterince gerilimli ve heyecan verici olmazdı. Atmosfer demişken karakterlerden ve sonundan bahsetmeden önce dizinin genelinden bahsetmek istiyorum. La Casa De Papel'den çoğumuz aşina olsak da ben maskeleri ve kimilerinin kırmızı kimilerinin ise pembe olduğunu iddia ettiği kostümleri başarılı buldum. Özellikle de düşününce çok komplike bir detay değil ama hiyerarşik düzende sıralarına göre kare, üçgen veya daire olarak temsil edilmeleri de oynadıkları basit çocuk oyunları konseptiyle paralel olduğu için benim ayrıca hoşuma gitti. Çünkü gerçekten hiyerarşik bir sıralama yaptığınızda önem arz eden rütbe sistemini temel ve sıradan şekillerle belirlemek çok basit kaçıyor ama sonuçta "görünürde" oynadıkları oyunlar ve bulundukları ortam da öyle.
Bu noktada açıkçası bazı insanlar dizinin gerilimini kötü yönde etkilediğini savunarak renkli atmosferi eleştirse de benim diziyle ilgili favori şeylerimden birisi de bu oldu. Dizide katılımcılara çocuk oyunları oynatılırken aynı zamanda inip çıktıkları merdivenlerin, geçtikleri odaların ve yarışmaların yapıldığı alanların olayın asıl yüzüyle taban tabana zıt şekilde iç açıcı, parlak ve renkli olması bence hoş bir kontrasttı. Ortam dışarıdan bakıldığında ilk başta insanların robot sürüleri gibi düzenli bir şekilde tek sıra halinde hareket ettiği, özenli, göz alıcı ve şirin bir bebek evi gibi fakat dizinin sonlarına doğru bozulan düzenle birlikte tüm o sinir bozucu derecede titiz düzen ve simetri de yok oluyor. Bana göre dizinin bu pastel renkli, şekerden yapılma bebek evi konsepti gerilimi azaltmak yerine daha da artırıyordu çünkü bunun yerine her yer simsiyah ve beton olsaydı fazla klişe ve tahmin edilebilir görünecekti. Keza her yer kapkaranlık olsa ve pis koridorlarda yürürken durmadan önünüze pat diye bir şey çıkacakmış gibi hissettirse her şeyi bir kenara bırakıp ister istemez sırf bu yüzden gerilecektik zaten. 
Şeker pembesi, sarı ve mavi duvarlar çocuk oyunları altında insanları öldürme, onları en ilkel ve yaşama içgüdüsüyle vahşilikten gözü dönmüş hallerine döndürme üzerine kurulu kan donduran bu düzeni daha tüyler ürpertici hale getiriyordu.
Dizinin zayıf bulduğum yönlerine değinmeden önce biraz da karakterlerden ve daha önce Kore dizisi izlemeyenlerin aşina olmadığı oyunculuklardan bahsetmek istiyorum kısaca. Diğer yazılarımda da az çok dile getirmişimdir, genelde uzun romanları ve uzun soluklu dizileri seviyorum çünkü bu şekilde benim için karakterlere bağlanmak daha kolay oluyor, böylece onlarla empati yapabiliyor olmak, motivasyonlarını tahmin edebilmek ve zaman zaman yapacaklarını öngörebiliyor olmak hoşuma gidiyor. Ancak Squid Game 9 bölüm gibi kısa bir zamanda karakterlerle empati kurabilmemi sağlayacak kadar başarılı bir diziydi bu konuda. Elbette süre kısıtlı olduğu için her karakterin ayrıntılı olarak hayat hikayesine ve kişiliğine değinilmedi, zira zaten onca karakterin arasından hepsinin de ön plana çıkarılmasını bekleyemezdik. Görebildiğimiz kadarıyla ben karakterlerin motivasyonlarını genel anlamda başarılı buldum, onlarla empati kurabildim ve ölümlerine de üzüldüm. Benmerkezci ve sonuç odaklı Sang Woo'dan tamamen yabancı olduğu bir ülkenin kültürüne dayalı oyunlarda bu rekabete bir adım geride başlayan Ali'ye, kişiliğiyle de Kuzey Kore'nin içe dönüklüğünü yansıtan Sae Byeok'a, geç dahil olmasına rağmen ölümüyle etkilemeyi başaran Ji Yeong'a ve başından sonuna dek esas planda izlediğimiz Seong Gi Hun'a kadar hepsi çok iyiydi. 
Burada ayrı bir parantez açmam gerekirse her ekranda belirdiklerinde bölümü kapatmak istemememe neden olacak kadar antipatik karakterler olsalar da tam bu nedenle Deok Su ve Mi Nyeo da iyiydi. Sonuçta yüzlerce insanın toplandığı bir yerde antipatik insanların olmamasını bekleyemeyiz. Yine de bu kadar sevimsiz olmalarına ve rollerinin hakkını vermelerine de gerek yoktu sanki... Gerçekten karakterlerin ekranda belirdiği her andan kelimenin tam anlamıyla nefret ettim, uzun süredir bir yapımda bu kadar sinirimi bozan iki karakter izlememiştim. Ayrıca her ne kadar Deok Su'nun ölümüne neden olsa da Mi Nyeo'nun da onunla birlikte atlaması ayrıca sinirimi bozdu, söylediği kadar iyi bir intikam değildi ve kendisi yüzünden bir süre "oppa" kelimesini duyduğumda gidip kulaklarımı yıkatmak istedim.
Tam tersine hiç bitmeyen telefon şarjıyla Hwang Jun Ho da her sahnesiyle dizinin dinamiğini ayakta tutan unsurlardan biriydi, öyle donanımlı bir teşkilatın gizlice aralarına sızan bir adamı fark etmemesi gibi mantık hataları bulunsa da casus olarak aralarına karışmasıyla kesinlikle diziyi daha heyecanlı hale getirdi. Bunun yanında ufak tefek mantık hataları çok da göze batacak cinsten değildi, en azından 9 bölümlük bir Netflix dizisine başlarken beklentilerini ortalama tutan birisi olarak beni rahatsız etmedi diyebilirim. 
Kore dizilerine aşina olmayanlara tuhaf gelen oyunculuklara gelirsek de yalnızca bir buçuk senedir Kore dizisi izliyor olsam da insanların yorumlarını okuyana dek bunu fark etmedim bile çünkü konuşma tarzlarına çoktan alışkınım. Mi Nyeo'nun ara sıra gözüme batan abartılı mimikleri ve ses tonu dışında genel anlamda oyunculukları başarılı ve kararında buldum; abartısız bir şekilde olması gerektiği gibiydi. 
İyi karakterler, tatmin edici bir senaryo ve iyi müzikler dışında dizide hiç eleştirilecek bir nokta yok muydu peki? O zaman biraz da dizinin sınıfta kaldığı noktalardan bahsedelim. 
Öncelikle bana göre dizinin ilk düşüşü tuhaf altın maskeli adamların işe dahil olmasıyla gerçekleşti. Tüm bu vahşet ve insanın kanını donduran olaylar çok daha iyi bir nedene bağlanabilirdi. "Zenginler işte, parayı nereye harcayacaklarını şaşırmışlar" alt mesajıyla yapmacık kötü kahkahalar atan ve şaraplarını yudumlarken birbirlerine hiç komik olmayan şakalar yapan zengin ve kötü Amerikalılardan daha iyisi ve daha yaratıcısı olabilirdi en azından. Onların dahil olduğu noktalarda farklı bir dizi izliyormuşum gibi hissettim, gereksiz ve kasıntıydı. 
İkinci bir hayal kırıklığı da en sonunda her şeyin ilk başlarda mutluluğuyla hepimizi şaşırtan sonra da hepimizin üzülerek izlediği Oh Il Nam'a bağlanmasıydı ki zaten düşününce senaryonun bu kısmı bile başlı başına mantık hatalarıyla dolu. 
Gi Hun'un Il Nam'ı görmeye gittiği ve hasta yatağında onunla karşılaştığı sahne de aynı şekilde dizinin bütününden çok kopuk ve zorlamaydı. Açıkçası ben bu kısmı finalde bir anda Koreli idol olmaya karar vermiş gibi saçlarını kırmızıya boyatan başrolümüzden bile daha alakasız buldum. Ancak bu noktada Kore dizilerine aşina olanlar Korelilerin çok iyi senaryoları kötü yerlere bağlayıp tatmin edici olmayan sonlar yazmalarına biraz alışıklardır sanırım, Squid Game de ne yazık ki bu kategoriden kendini sıyıramamıştı. İyi başlayıp ikinci yarısı ve özellikle de sonuyla beklentiyi tam karşıla(ya)mayan bir diziydi. 
Elbette son demişken dizinin ikinci sezonunun geleceği de en son söylentiler arasındaydı ama ne derece doğru olduğunu bilmiyorum. Ölüp ölmediği belirsiz olan dedektif Hwang Jun Ho'yu, sonunda sanki onca şey boşuna yaşanmış gibi tam kızına gidecekken metrodaki adamı görmesiyle ansızın geri dönen Gi Hun'u ve havada kalan birkaç soruyu düşünürsek olası gibi fakat bana kalırsa ikinci sezon gelmese dahi dizi şu anki haliyle tamamlanmış sayılır. Yani devamı gelirse büyük ihtimalle izlerim ama gelmese de Squid Game mevcut finaliyle -az önce uydurduğum- "ikinci sezonu olması gereken diziler" listemde yer almaz ve açıkçası tadında bırakılıp La Casa De Papel gibi gereksiz şekilde daha fazla uzatılmamasını da tercih ederim.
Kısacası aniden patlayıp dünyayı etkisi altına alarak popüler kültürün bir parçası haline gelen yapımlara olumlu veya olumsuz hiçbir his beslemeyen ve Asya yapımlarına karşı da peşin hükümleri bulunmayan birisi olarak diziye ön yargısız başladım ve sonu hariç beğendiğimi söyleyebilirim. Sonunda yine dönüp dolaşıp o soruya, "para gerçekten mutluluk getirir mi" çıkmazına geldik ama yine de genelini düşünürsek dizinin gerilimi de dramı da oldukça yerindeydi ve özellikle de Squid Game'i izleyip "Koreliler ne kadar orijinal şeyler yapıyor böyle" diye düşünenlere ön yargılarını bir kenara bırakıp diğer dizilerine de bir göz atmalarını şiddetle öneririm. 
Tabii Squid Game Netflix gibi günümüzde önde gelen global platformlarından birinin desteğini alıp geçmişten günümüze hiçbir zaman çekiciliğini yitirmeyen sosyoekonomik problemlere değinmesiyle güçlü ve şanslı bir çıkış yaparak doğal olarak rakiplerinin arasından sıyrılmayı başarmış ve şimdilik bir süre uyandırdığı yankılar da devam edecek gibi duruyor. Umarım böyle büyük bir ses getirmesiyle insanlara Kore kültüründen bir şeyler tanıtmayı başardığı gibi en azından bir şekilde ön yargıları kırmayı da başarabilmiştir. Elbette bunu ne derece başardı bilemiyorum, sanırım hep birlikte göreceğiz ama yine akıllara zarar akımlar yarattığı kesin. Bense şimdilik yalnızca ilk seferinde çok da başarılı bir sonuç alamadığım dalgona şekerini tekrar denemekle yetineceğim :")
Dipnot: Çok uzun süre ocakta tutmayın.

Yorumlar

Yorum Gönder

Popular Posts

The Untamed Dizi Yorumu

Herkese merhaba! Yıl sonunu çok sevdiğim bir diziden bahsederek kapatmak ve herkese mutlu yıllar dilemek istedim. The Untamed bir süredir izlemek istediğim ancak bölüm sayısı fazla olduğu ve daha önce herhangi bir Çin yapımı izlemediğim için sürekli ertelediğim bir diziydi. Dizinin konusu hakkında hiçbir fikrim yoktu, sadece bir novel uyarlaması ve BL temalı olduğunu biliyordum. 50 bölüm gözümde çok büyüdüğü için sürekli erteledim ve itiraf etmek gerekirse Çince kulağıma önceden pek hoş gelmediği için ön yargılarım vardı. Fakat diziyi bitirdikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki ön yargılarım aslında gereksizmiş. Diziye başlarken 50 bölümü gözünde büyüten ben, 10 bölümü izledikten sonra keşke dizi daha uzun olsaymış demeye başladım, hatta son bölümü izlerken 50 bölümlük birkaç sezon olmasını istedim ve bence daha uzun olsaymış da olurmuş çünkü Bulut Kovuğu'nda aldıkları eğitimi bile ayrı bir dizi olarak izleyebilirdim.  Diziyi hiç duymayanlar için kısaca konusundan bahsedeyim önc

The Flower of Evil Dizi Yorumu

Herkese merhaba, The Flower of Evil'ı yeni bitirdim ve bitirir bitirmez hemen yorumunu yazmak istedim çünkü inanılmaz iyiydi ve izlerken her bölümünden ayrı keyif aldım. Bilmeyenler için dizinin konusunu ve merak edenler için tanıtımını  aşağı bırakıyorum ve sonrasında spoiler içeren yorumuma geçiyorum. Dizi, karanlık geçmişini gizleyen ve başka birinin kimliği altında yaşayan bir adam ( Lee Joon-Gi ) ile o adamın (kocasının) peşine düşen bir dedektifin ( Moon Chae-Won ) etrafında dönmektedir. Öncelikle diziye başlama sebebim dizi hakkında okuduğum iyi yorumlar, Lee Joon-Gi'nin oyunculuğu ve dizideki kızıyla paylaştığı fotoğrafları görmem oldu. Başlarken çok yüksek beklentilerim yoktu fakat dizi daha ilk bölümünden bile merak uyandırdı ve beni içine çekmeyi başardı. Kore dizileri izlemeye karantina döneminde başladım ve açıkçası çok fazla ön yargım vardı, çoğu insan gibi ben de İngiliz ve Amerikan dizileri izlemeye alışık olduğumdan bir Kore dizisi izlemek hiç de cazip gelmiyor

Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri // Kitap Yorumu

 Herkese merhaba, Aslına bakılırsa bu yazıyı uzun bir süredir yazmayı planlıyor olduğum halde nasıl yazacağımı bir türlü tasarlayamadığım için erteliyordum. Şiir tutkunu olduğumu söyleyemem, fakat hoşuma giden şiirleri ve sevdiğim yazarların derlemelerini okumayı severim. Edgar Allan Poe kullandığı imgeler ve kafanızda çizdiği soyut resimlerle okumaktan keyif aldığım yazarlardan birisi. Bu nedenle daha kitabın kapağını açarken bile beni içine çeken dünyanın hoşuma gideceğinden emindim. Şiirler hakkındaki yorumuma geçmeden önce İthaki Yayınları'ndan çıkan derlemeyi okudum ve çevirisinin çok başarılı olduğunu söyleyemem açıkçası. Elbette çeviri yapmak, özellikle de şiir çevirisi yapmak oldukça zor bir iş, ama yine de çok daha iyi olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. Neyse ki bir tarafta orijinal dil, diğer tarafta çeviri olacak şekilde basmışlar, bu yüzden de çok problem olmadı.  Şiirlerin hepsini eşit derecede sevdiğimi söyleyemem tabii ki, içlerinde hoşuma gitmeyen şiirler de oldu