Ana içeriğe atla

Young Royals Dizi Yorumu

 Herkese merhaba!

Bugün ilk yarısı nedeniyle bir süredir elimde sürünen, ancak ikinci yarısını tek günde izleyip bitirdiğim bir diziden bahsedeceğim biraz. Öncelikle dizi ilk çıktığı zamanlar direkt belirli bir popülariteye ulaştığından sürekli önüme düşüyordu ve hem kısa olması, hem gençlik dizilerini çok seviyor olmam hem de uzun süredir İskandinav dizisi izlememiş olmam nedeniyle hemen listeme ekledim. Yoruma başlamadan önce kısaca konusundan bahsetmek gerekirse Young Royals İsveç kraliyet ailesinin küçük oğlu Wilhelm'in Hillerska isimli yatılı okula başlamasıyla gelişen olayları, yaşadığı kimlik bunalımını, içine düştüğü yalnızlığı ve ikilemleri ele alıyor. 

Açıkçası diziden önce İsveç'te bir kraliyet ailesi olduğundan habersizdim ve şaşırmadım desem yalan olur. Aynı zamanda tabii ki ülkede eşcinselliğe toplumun yaklaşımının ne olduğunu bilmiyorum, ama dizide çoğumuzun kafasında insan hakları, huzur ve özgürlük gibi kavramlarla özdeşleşmiş bir ülkede bile kraliyet ailesinin oğlunun cinsel yönelimi yüzünden baskıya uğraması ve gizlenmek durumunda kalması da şaşırdığım ikinci bir nokta oldu. Ama toplumda hâlâ aşılamamış bazı şeylere kraliyet ailesi üzerinden bir dizi çekmelerine şaşırdım diyemeyeceğim. 
Dediğim gibi olaylar Wilhelm'in yeni bir okula gelmesiyle başlıyor ve Wilhelm o zamanlar kraliyet ailesinin bir parçası olmanın yükünü hem yaşı hem de kendisinden büyük olması nedeniyle veliaht prens konumunda bulunan abisi nedeniyle pek hissetmiyor. Zaman zaman abisinin yarattığı beklentilere ulaşmaya çalışsa da daha çok herkes gibi sıradan sorunları olan bir ergen ve ortama adapte olup kendini bulmaya çalışıyor. Dizi zaten yalnızca altı bölümden oluşuyor ve ilk üç bölümü daha çok bu olaylar üzerine kurulu. Kendini bir anda yeni bir topluluğun parçası olarak buluyor, okul korosunda sesiyle onu büyüleyen ve dikkatini çeken Simon'la tanışıyor, okulun ve ortamın bir parçası olmaya çalışıyor, gelgitler yaşıyor. Bu esnada bir yandan da Simon ve yan karakterlerin hayatlarını görüyoruz. 
Dizinin ilk yarısı benim için çok yavaş ilerleyen ve geçmek bilmeyen bir giriş kısmı gibiydi, tabii ki her bölümü aşağı yukarı 40-45 dakikadan oluşan bir dizi için bunu söylemek biraz haksızlık olur belki. Yalnızca sürekli bir şeyler olmasını bekliyorsunuz, ama olaylar beklediğinizden biraz daha geç geliyormuş gibiydi. İlk üç bölümü izlerken bir sonraki bölümü hemen izleme heyecanı bulamadım kendimde bu yüzden. Zaten ilk bölümde Wilhelm'e "okula ve aramıza hoş geldin" adı altında yaptıkları "şaka" sahnesini görünce biraz durup soluklanmak istedim... Sonrasında sık sık Wilhelm'in olmak istediği kişiyle olmak zorunda bırakıldığı kişi arasındaki çatışmayı, abisi kadar iyi olamama korkusunun getirdiği endişeleri ve tüm bunların yarattığı uçurumu gördük. Bu noktada Simon ve Simon'la birlikte olduğu anlar daha çok Wilhelm'in olmak istediği ve ait hissettiği benliğini simgeliyordu, tabii ki kraliyet ailesine mensup birisi için öyle her istediğini yapmak kafasında olduğu kadar kolay da olmuyordu. 
Dizinin en çok takdir ettiğim noktalarından birisi bu ikilemi her açıdan çok başarılı yansıtıyor oluşuydu, bize klişe ve altı boş bir metinle iki insanın arasındaki aşkı ve karşılaştıkları engellere rağmen birbirlerinden kopamıyor oluşlarını değil de işlerin gerçek yüzünü gösteriyordu. Bunda elbette dizinin doğallığının da payı çok büyüktü kesinlikle. En basitinden Wilhelm bize bir ergenin yaşadığı karmaşaları ve zorlukları sadece psikolojik açıdan yansıtmıyordu; aynı zamanda çoğu yapımda olduğu gibi onlarca kozmetik ürünüyle pürüzsüz hale getirilen cildi yerine 17-18 yaşlarındaki çoğu ergenin sahip olduğu ve kafasına taktığı, modern güzellik algısına göre "kusurlu" sayılan cildiyle o yaşlardaki çocukların çoğunun muzdarip olduğu problemlerden birini de dizinin olağan akışı içinde sıradan gösteriyordu. Belki çoğu kişi için dikkat edilecek bir ayrıntı olarak bile görülmemiştir, fakat bence dizinin doğallığı içinde önemli bir role sahipti. Ayrıca sadece Wilhelm de değil, dizide lise öğrencileri için seçilen oyuncular podyumdan yeni inip gelmiş gibi değil de gerçekten İsveç'te bir grup lise öğrencisinin hayatlarını izliyormuşsunuz gibiydi. 
Buna aynı zamanda karakterlerin hiçbirinin karikatürize edilmiş saf iyi ya da saf kötü karakterler olmaması, tam aksine hepsinin duygularına ve kararlarına baktığımızda bir yandan onlarla empati yaparken öte yandan onları hatalı buluyor oluşumuz eklenince dizi gerçekten altı bölüm gibi kısa bir yapım için çok fazla şey sunuyordu. Wilhelm'in ne olmak istediği ne de olmalarını beklediği kişiden vazgeçemeyişi ve bunu yaparken kararlarını yalnızca kendini merkeze alarak vermesi, Simon'un Wilhelm'in verdiği kararlara haklı ama aynı zamanda biraz da haksız olarak kırılması, August'un aynı zamanda hem çok antipatik hem de bir yandan bakılınca anlaşılabilir hareketlerde bulunması, Felice'in klasik zengin, kötü ve şımarık kız algısının dışına çıkması, Sara'nın bencil ama aynı zamanda onun yaşında ve konumunda birinden beklenebilecek davranışlar sergilemesi diziyi fazlasıyla hayatın içinden kılan başarılı detaylardandı. Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim August karakteri altı bölüm içinde o kadar spor yapıyordu ki her ekranda belirdiğinde çok hareketsiz hissederek dışarı çıkıp koşmak istedim sebepsizce...
Tabii ki her şey karakterlerin kurgulanmasında da bitmemiş, oyunculuklar da son derece iyiydi ve hepsi karakterine tam oturuyordu. Ancak burada ayrı bir parantez açmam gerekirse daha çok genç olmasına rağmen sergilediği performansla Wilhelm'i canlandıran Edvin Ryding bir adım öne çıkıyordu bana kalırsa. Sadece bakışları ve mimikleriyle bile Wilhelm'in o bunalımını, arada kalmışlığını ve çaresizliğini çok güzel yansıtıyordu. 
Oyunculuğunu en çok takdir ettiğim noktaysa şüphesiz ki dizinin ikinci yarısıydı. Abisinin beklenmedik ölümüyle bir anda neye uğradığını şaşıran, hayatı tepetaklak olan ve bir anda veliaht prensin sorumluluklarını yüklenip kendisinden beklenenlerin altında iyice ezilen ergenlik çağlarındaki lise öğrencisini o kadar iyi yansıtmıştı ki dördüncü bölüm favorim oldu. Ne yapacağını bilemediği için hiçbir şey yaşanmamış gibi partiye gitmesi, sonrasında her şey olağan akışındaymış gibi böyle bir şey yaptığı için çok kötü hissederek kendini suçlaması, ne yapacağını bilememesi ve sarhoşken gecenin bir yarısı Simon'u arayıp halı sahadaki çimlerin sahte oluşundan bahsetmesi ve aslında bunu yaparken içinde bulunduğu dışarıdan büyülü görünen dünyanın ne kadar sahte ve kırılgan olduğunu fark etmesi yaşadığı çaresizliği bana tamamen hissettirdi. Sonrasında aralarında yaşanan inişli çıkışlı ilişki de hem oyuncuların kimyalarının inanılmaz iyi olmasından hem de yaşadıkları olayların ve hislerin izleyiciye tam olması gerektiği gibi aktarılmasından izlemesi çok keyifli ama bir o kadar da üzücüydü. 
Wilhelm sonunda aradığı mutluluğu bulmuş gibi hissederken ansızın bir skandalla hayatının tekrar tepetaklak olmasıyla birlikte yaşananlar da çoğu Netflix dizinin aksine toplumda insanların -özellikle de gençlerin- cinsel kimliklerini bulmaya ve yaşamaya çalışırken karşılaştıkları sorunları gerçekçi bir bakış açısıyla ele alıyordu. Wilhelm Simon'un ondan beklediği gibi çıkıp ilişkisini herkese duyurmaktan korkuyordu çünkü bu şu ana dek tam olarak ait hissedemese de içinde doğup büyüdüğü dünyaya bütünüyle baş kaldırmak ve bunun getirdiği belirsiz sonuçlarla yüzleşmek olurdu. Bu da doğal olarak 17-18 yaşlarındaki bir çocuktan beklenilebilecek bir tutum olmazdı. Bencilce de olsa kameralara ve topluma ilişkisini yalanlarken arka planda korkarak da olsa yanında mutlu ve huzurlu hissettiği kişiyle olmak istedi. Ne olmak istediği kişiden ne de ondan beklenilenlerden vazgeçmeyi başaramadı —ki dediğim gibi bu onun yaşlarındaki çoğu kişinin yapacağı şey olurdu muhtemelen. Yapayalnız hissettiği dünyasında tutunabileceği tek şey Simon olmasına rağmen herkesi karşısına alabilecek kadar cesaretli değildi, ancak herkesin ondan beklediği gibi ideal bir prens olup belirlenen çerçeve içinde yaşayıp Simon'dan vazgeçebilecek kadar güçlü de değildi. 
Diğer yandan Simon, Wilhelm'in ilişkilerini yalanlaması üzerine sarsılırken olaydan tek yara alan kişi gibi hissediyordu. Kraliyet ailesinde doğup büyümediği için de olaylara Wilhelm açısından bakamaması çok normaldi, zaten yaşı gereği o olgunlukta olması gerçekdışı olurdu ve ayrıca ne kadar olgun birisi olursa olsun Wilhelm'in insanlardan her şeyi gizleyerek kendini utanç verici bir sır gibi saklamasına kırılmamak için de çok çaba sarf etmesi gerekirdi. Dizide favori karakterim olan Simon'a ilk bölümden itibaren yeterince üzüldüğüm yetmiyormuş gibi bir de son sahnede herkesin önünde sarıldıklarında Wilhelm onu sevdiğini söylerken kırgın gözlerle bakıp Wilhelm'i korumak istercesine asıl söylemek istediklerini yutarak basitçe mutlu yıllar dilemesi diziyi üzerime çöken bir ağırlıkla bitirmeme sebep oldu... 
Son demişken son sahnede çalan Revolution şarkısı da hem sonu hem de diziyi ayrı bir noktaya taşımıştı bana kalırsa. Zaten dizide kullanılan müzikler o kadar iyiydi ki aynı zamanda güzel bir playlist açmışsınız da yavaş yavaş onu dinliyormuşsunuz gibi hissettiriyordu, dizinin en başarılı olduğu noktalardan birisi de tartışmasız buydu. 
Bunları söyleyip yorumumu yavaş yavaş sonlandırırken IMDb'ye göre hâlâ kesin final yapmamış olan Young Royals'ın ikinci sezonunu merakla beklediğimi belirtmek istiyorum, ama düşününce ikinci sezon olmasaydı bile her ne kadar içimizde bir burukluk kalsa da final olabilecek kadar etkileyici ve gerçekçi bir sondu bence ilk sezonun son sahnesi. Bize İsveç gibi bir ülkede dahi olsa insanların hâlâ istedikleri gibi özgürce yaşamayacaklarını ve normal şartlar altında yalnızca iki kişiyi ilgilendirmesi gereken olayların komik bir şekilde toplumlara, hatta tüm dünyaya mâl edilen skandallar haline getirilmesini gösteriyordu. 
Bahsettiğim gibi dizinin benim açımdan eksi sayabileceğim tek noktası ilk yarısındaki akışın yavaşlığı, bir de yan karakterlerin hikayelerinin çok fazla ilgi çekici olmamasıydı. Yine de altı bölümden oluşan mini bir dizi olduğu düşünülürse akışın durağanlığı da sıradan yan karakterler de görmezden gelinebilir ufak tefek noktalar. Young Royals özellikle de gençlik dizilerini severek izleyenler için klişe olmayan ve güzel bir alternatif. 
İkinci sezonda Simon'un gerçekten gülebilmesi ve Wilhelm'in de tacın ağırlığını üzerinden atarak kafasını sonunda kaldırıp yerdeki sahte çimler yerine gökyüzündeki gerçek yıldızları görebilmesi dileğiyle yorumumu burada sonlandırıyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere!


Yorumlar

  1. Gerçekten her seferinde nasıl her şeyi bu kadar iyi analiz edebiliyorsun hayret ediyorum. Kesinlikle bu işi hakkıyla yapıyorsun❣️ Yeni blog yazılarını dört gözle bekliyorumm🥰

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popular Posts

The Untamed Dizi Yorumu

Herkese merhaba! Yıl sonunu çok sevdiğim bir diziden bahsederek kapatmak ve herkese mutlu yıllar dilemek istedim. The Untamed bir süredir izlemek istediğim ancak bölüm sayısı fazla olduğu ve daha önce herhangi bir Çin yapımı izlemediğim için sürekli ertelediğim bir diziydi. Dizinin konusu hakkında hiçbir fikrim yoktu, sadece bir novel uyarlaması ve BL temalı olduğunu biliyordum. 50 bölüm gözümde çok büyüdüğü için sürekli erteledim ve itiraf etmek gerekirse Çince kulağıma önceden pek hoş gelmediği için ön yargılarım vardı. Fakat diziyi bitirdikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki ön yargılarım aslında gereksizmiş. Diziye başlarken 50 bölümü gözünde büyüten ben, 10 bölümü izledikten sonra keşke dizi daha uzun olsaymış demeye başladım, hatta son bölümü izlerken 50 bölümlük birkaç sezon olmasını istedim ve bence daha uzun olsaymış da olurmuş çünkü Bulut Kovuğu'nda aldıkları eğitimi bile ayrı bir dizi olarak izleyebilirdim.  Diziyi hiç duymayanlar için kısaca konusundan bahsedeyim önc

The Flower of Evil Dizi Yorumu

Herkese merhaba, The Flower of Evil'ı yeni bitirdim ve bitirir bitirmez hemen yorumunu yazmak istedim çünkü inanılmaz iyiydi ve izlerken her bölümünden ayrı keyif aldım. Bilmeyenler için dizinin konusunu ve merak edenler için tanıtımını  aşağı bırakıyorum ve sonrasında spoiler içeren yorumuma geçiyorum. Dizi, karanlık geçmişini gizleyen ve başka birinin kimliği altında yaşayan bir adam ( Lee Joon-Gi ) ile o adamın (kocasının) peşine düşen bir dedektifin ( Moon Chae-Won ) etrafında dönmektedir. Öncelikle diziye başlama sebebim dizi hakkında okuduğum iyi yorumlar, Lee Joon-Gi'nin oyunculuğu ve dizideki kızıyla paylaştığı fotoğrafları görmem oldu. Başlarken çok yüksek beklentilerim yoktu fakat dizi daha ilk bölümünden bile merak uyandırdı ve beni içine çekmeyi başardı. Kore dizileri izlemeye karantina döneminde başladım ve açıkçası çok fazla ön yargım vardı, çoğu insan gibi ben de İngiliz ve Amerikan dizileri izlemeye alışık olduğumdan bir Kore dizisi izlemek hiç de cazip gelmiyor

Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri // Kitap Yorumu

 Herkese merhaba, Aslına bakılırsa bu yazıyı uzun bir süredir yazmayı planlıyor olduğum halde nasıl yazacağımı bir türlü tasarlayamadığım için erteliyordum. Şiir tutkunu olduğumu söyleyemem, fakat hoşuma giden şiirleri ve sevdiğim yazarların derlemelerini okumayı severim. Edgar Allan Poe kullandığı imgeler ve kafanızda çizdiği soyut resimlerle okumaktan keyif aldığım yazarlardan birisi. Bu nedenle daha kitabın kapağını açarken bile beni içine çeken dünyanın hoşuma gideceğinden emindim. Şiirler hakkındaki yorumuma geçmeden önce İthaki Yayınları'ndan çıkan derlemeyi okudum ve çevirisinin çok başarılı olduğunu söyleyemem açıkçası. Elbette çeviri yapmak, özellikle de şiir çevirisi yapmak oldukça zor bir iş, ama yine de çok daha iyi olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. Neyse ki bir tarafta orijinal dil, diğer tarafta çeviri olacak şekilde basmışlar, bu yüzden de çok problem olmadı.  Şiirlerin hepsini eşit derecede sevdiğimi söyleyemem tabii ki, içlerinde hoşuma gitmeyen şiirler de oldu