Ana içeriğe atla

Attack On Titan Anime Yorumu

 Merhabalar!

Aslında Attack On Titan'ı bitireli bir aydan fazla -hatta belki de iki ay- olmasına rağmen bir türlü yazmaya nereden başlayacağımı bilemediğim için sürekli erteledim ve işte özellikle de karantina döneminin belki de en popüler animesiyle buradayız. 

Ocak 2022'de yayınlanacak olan final sezonunu onlarca insanın iple çektiği Attack On Titan —orijinal adıyla Shingeki No Kyojin— öyle biraz kafa dağıtayım diye göz ucuyla izleyebileceğiniz bir anime değil... Bunun ilk sebebi animenin aşırı özgün ve merak uyandırıcı kurgusuyla, kaotik evreniyle ve dinamik karakterleriyle sizi içine çekiyor oluşu, diğer nedeni de aynı özgün kurgunun sürekli dikkatinizi vererek takip etmenizi gerektirecek kadar ince işlenerek sunulması. Hajime Isayama tarafından çizilen ve 34. cildiyle 2021 yılı itibariyle final veren bir manga serisinden uyarlama olan Attack On Titan izlerken tüylerimizi ürpertecek devlerin hüküm sürdüğü alternatif bir gerçeklikte geçen olayları konu alıyor. 
Boyları 2 metreyle 20 metre arasında değişen, istisnai durumlarda ise yüzlerce metreyi bulan bu devler insanlarla besleniyor ve insanı daha da dehşete düşüren yanı ise bunu beslenmek ve hayatta kalmak için yapmıyorlar. Bu durumda keyfi olarak kendilerini öldüren korkunç devasa yaratıklardan korunmak içinse insanlara pek geniş seçenekler sunulmuyor.  
Devlerin korkusuyla yaşamaya alışmış insanlar onlardan korunmak için surlarla çevreledikleri küçük dünyalarında yaşamaya bir şekilde alışsa da surları aşan devlerin baskınıyla her şey bir anda yerle bir oluyor. Gözlerinin önünde annesinin bir dev tarafından canlı canlı parçalanıp yutuluşunu izleyen Eren Yeager annesinin intikamını almak için yemin ediyor ve çocukluk arkadaşlarıyla birlikte devleri öldürmek için kurulan bir ekibe katılmasıyla asıl olaylar başlıyor. Bu ekipte manevra teçhizatı adını verdikleri bir sistemle devleri yok etmeye çalışırken hem soğukkanlı olup ne olursa olsun yollarına devam etmek hem de bir insan olduklarını daima hatırlamak zorundalar ki bir izleyici olarak bu ikilemi karakterlerin bakışlarında bile hissedebildiğimi söyleyebilirim. 
Özellikle de Eren'in annesinin gözünün önünde parçalandığı sahneden sonra kendimi karakterlerin yerine koyduğumda yaratılan evren, o devasa devler, tuhaf suratları, yok etme istekleri, zavallı insanların surların arasında sıkışmışlıkları ve çaresizlikleri bana o kadar gerçekçi geldi ki zaman zaman izlerken içim biraz tuhaf oldu. Bu anlamda bizlere sunulan alternatif evren çok başarılıydı bana kalırsa, en azından ben sürekli duruma karakterlerin penceresinden bakarak rahatsız hissettim. Durmadan tanıdıkları ve sevdikleri insanların vahşice yok edilişini izleme, hep diken üstünde yaşama ve özgürlüğe tamamen veda etmek zorunda kalma durumu karakterlerin hikayeleri üzerinden de çok çarpıcı bir biçimde işlenmişti. 
Belirttiğim gibi başrol Eren olmasına ve hikaye onun başına gelen bir trajediyle başlamasına rağmen seri boyunca o kadar farklı karakterler tanıyoruz ki hepsinin penceresinden olaylara tekrar bakma şansımız oluyor. Karakterlerin hiçbiri öylesine gelen ve havada kalan kötü yazılmış tiplemeler değil, hepsinin bir hikayesi ve derinliği var ve aralarındaki dinamikler de bu çerçevede iyi işlenmiş. Bilhassa ilk sezonu karakterleri tanımaya çalışarak geçirsek de bir süre sonra hepsinin duygularının ve davranışlarının nedenlerini ya direkt olarak görüyoruz ya da gördüklerimizden çıkarabiliyoruz. Bu da bize çok başarılı karakter gelişimi örnekleri sunuyor tabii. Mesela ilk bölümlerde gözlerindeki korkuyu gizleyemese de annesinin intikamını almaya yemin eden kararlı fakat ufak tefek bir çocuk olan Eren'le güncel olarak yayınlanmış dördüncü sezonun son bölümünde bir ölüyü çağrıştıracak kadar duygusuz ve donuk bakan Eren arasında uçurum var, fakat son bölümdeki Eren aniden öyle bir karaktere dönüşmüyor; aşama aşama değişimini ve fiziksel olduğu kadar duygusal açıdan da büyümesini, kırılmasını ve gelişmesini izliyoruz. 
Tabii dram ve trajedi dolu son sezonu izlerken etkilensem ve Eren'in dönüşümüne sinir olurken bir yandan da karakter bütünlüğüne hayran kalsam da ilk bölümlerde gördüğümüz Eren, Mikasa ve Armin üçlüsünü, hepsinin küçük hallerini ve arkadaşlıklarını da özlemedim değil... Yine de bu açıdan bakınca da gerçek hayatı yansıttığını söylemek yanlış olmaz sanırım. İlk başlarda aralarından su sızmayan ve birbirleri için ölümü göze almış üç küçük çocuğun yaşadıkları acımasız dünyada ve ellerinde olmayan şartlarla farklı yerlere savruluşu ve Eren'in sarf ettiği -benim bile kalbimi kıran- iç burkucu sözler üzücü olduğu kadar rahatsız edici biçimde gerçekti de. 
Üzücü demişken animenin trajik ve dramatik yanından bahsetmemek olmaz çünkü Attack On Titan özellikle de son sezonuyla tam bir dram hikayesi aynı zamanda. Olayların iyice sarpa sarması, devlerin aslında ilk bölümlerde sandığımız gibi yalnızca basit ve ilkel yaratıklardan ibaret olmadığının ortaya çıkışı, beklenmedik karakterlere hiç olmayacak anda edilmek zorunda kalınan vedalar ve içinden çıkılmaz zor kararlarla kurgu olduğunu bilseniz de Attack On Titan sizi duygudan duyguya sürüklemeyi çok iyi başarıyor. Bunda karakter çeşitliliğinin de payı büyük, ilk bölümden son bölüme dek pek çok farklı karakterle tanışıyoruz ve bu da izleyicinin karakterlerde kendinden bir şey bulma şansını artırıyor. Mesela kimisi Eren'in intikam yemini ettikten sonra geldiği son noktada verdiği tercihleri doğru bulurken kimisi farklı bir karakterin açısından bakarak durumu eleştiriyor ve elbette bu birçok farklı yapımda da karşımıza çıkan bir durum, ancak hikaye tamamen Eren'e odaklansa, yan karakterler ise arada bir belirerek ekranı süsleyen ve derinlikleri olmayan basit figüranlar olarak kalsaydı belki de Attack On Titan bugünkü geniş kitlesine ulaşamayacaktı.
Karakterlerden söz açılmışken biraz da karakterlerden bahsetmek istiyorum çünkü böyle bir animede karakterlere ayrı bir parantez açmamak olmaz. Tabii ki herkes gibi benim de favori karakterlerimden birisi Levi —çünkü kimin değil ki? Kendisi modern dünyadaki güzellik algısını yıkan 1.60lık boyuyla metrelerce devlere meydan okuyan, bu esnada yaptığı "kanlı" işe rağmen temizlik ve titizliğinden asla ödün vermeyen, baygın bakışları, ifadesiz suratı, donuk tepkileri ve soğuk sesiyle herkesi dize getiren, öldürdüğü devlerin sayısıyla dudak uçuklatan, animenin konusunu bile bilmeyenlerin dahi adını en az bir kere duyduğu ve varlığından haberdar olduğu çok başarılı bir komutan. Ayrıca aynı zamanda kendisi gelmiş geçmiş en favori anime karakterleri ve en karizmatik/yakışıklı anime karakterleri gibi birçok listede de ya zirvenin sahibi ya da ilk sıraları zorlayan birisi. Eh, bu noktada karakterin yazımını ve çizim tarzını tebrik ederken aynı zamanda başarılı bir şekilde animasyona çevirip seslendiren kişilerin de katkısını unutmamak gerek. Çünkü çok başarılı olan ama animeye uyarlaması hayal kırıklığından öteye gidemeyen onca manga varken Attack On Titan'ın yakaladığı başarıda aynı zamanda özgün çizim tarzının ve başarılı hikaye anlatıcılığının da payı var bana kalırsa. Çizimlerden konu açılmışken benim kişisel favorim WIT çizimleriydi bu arada, MAPPA yüzünden ufak bir hayal kırıklığı yaşadığımı söylemeden geçemeyeceğim :")
Özellikle de MAPPA'nın Mikasa çizimi benim açımdan tam bir fiyaskoydu, ama tabii yine de Mikasa'nın havasından pek bir şey kaybettirmemişti. Levi gibi Mikasa da favori karakterlerimden birisiydi ve Ackermanların soğuk, mesafeli ve iş bitirici karakteri kesinlikle hayran olunasıydı. Fakat Mikasa favorilerimden birisi olmasına rağmen bana kalırsa animede yeterince derin işlenemeyen ve haksızlığa uğrayan bir karakterdi, mangasının bu konu açısından daha tatmin edici olduğunu umuyorum.
Levi ve Mikasa dışında ise Armin, Jean, Erwin ve Hanji de sevdiğim karakterlerdendi ve Mikasa'ya söyledikleriyle sinirlerimi aşırı bozsa da Eren'den de nefret etmedim. En azından mangayı okumadan böyle bir yargıya varmak istemedim çünkü hikaye her açıdan çok yoğun ve kesin bir fikir sahibi olmadan önce mangasını okuyup her detayıyla sonunu görmek istiyorum. Zaten ister istemez kaçırdığım noktalar olduğu için mangasını kesinlikle okuyacağım. Yalnızca kitapların, çizgi romanların ve mangaların daima basılı versiyonunu tercih eden ve koleksiyon takıntılı birisi olarak mangaların ciltlerini toplamak biraz zor olduğundan erteliyorum. Manganın Türkçesi Gerekli Şeyler tarafından basılıyor ve genel olarak kendilerini başarılı bulsam da sık sık ciltler tükendiği için ya bir süre beklemeniz ya da servet ödememeyi umarak baskısı tükenmiş kitapları bulabileceğiniz platformlardan aramanız gerekiyor, bu nedenle de ister istemez biraz erteliyorum. Bir de tabii seri final vermiş olsa da şu an güncel olarak Türkçe 28. cilde kadar mevcut, yani basılı olsun diye takıntılıysanız her halükarda beklemeniz gerekiyor.
Mangayı bir kenara bırakıp son olarak yazıyı bitirmeden önce serinin hoşuma giden ve gitmeyen birer yönüne değinmek istiyorum. Şüphesiz ki hikayesiyle, karakterleriyle ve çizimleriyle birlikte çok başarılı bulduğum bir diğer nokta da animenin müzikleri oldu. Giriş müzikleri gerçekten inanılmazdı ve ilk sezonun ilk açılış şarkısıyla üçüncü sezon birinci kısımdaki jenerik favorimdi. Zaten sanırım animeler üzerine yazdığım her yazıda kullanılan müzikleri övmek de artık vazgeçilmez bir blog yazma geleneğim, ama hepsi güzelse ben ne yapabilirim ki...
Bununla birlikte ara ara özellikle de üçüncü sezonun ilk kısmında olay akışı çok durağanlaşırken bazen mangayı okumayan ve konuya hakim olmayan birinin takip etmekte biraz güçlük çekeceği kadar hızlanıyor olması zaman zaman göze çarpan bariz bir dengesizlik yaratıyordu, bu da animede hoşuma gitmeyen bir diğer detaydı. 
Son olarak bundan da bahsettikten sonra yazıyı burada noktalarken eğer gözünüzü kırpmadan izleyebileceğiniz dinamik bir hikaye arıyor, hayatta kalma içgüdüsünün insanı ne noktaya getireceğini en çarpıcı şekilde görmek ve daha ilk baştan ters köşe olmak istiyorsanız Attack On Titan'ın tam olarak aradığınız anime olduğunu -muhtemelen çoktan biliyor olsanız da- haber vermek istiyorum.
Final sezonu yorumuyla görüşmek üzere!


Yorumlar

  1. Kesinlikle yarattığı ilgiyi fazlasıyla hak eden bir anime💞💞

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popular Posts

The Untamed Dizi Yorumu

Herkese merhaba! Yıl sonunu çok sevdiğim bir diziden bahsederek kapatmak ve herkese mutlu yıllar dilemek istedim. The Untamed bir süredir izlemek istediğim ancak bölüm sayısı fazla olduğu ve daha önce herhangi bir Çin yapımı izlemediğim için sürekli ertelediğim bir diziydi. Dizinin konusu hakkında hiçbir fikrim yoktu, sadece bir novel uyarlaması ve BL temalı olduğunu biliyordum. 50 bölüm gözümde çok büyüdüğü için sürekli erteledim ve itiraf etmek gerekirse Çince kulağıma önceden pek hoş gelmediği için ön yargılarım vardı. Fakat diziyi bitirdikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki ön yargılarım aslında gereksizmiş. Diziye başlarken 50 bölümü gözünde büyüten ben, 10 bölümü izledikten sonra keşke dizi daha uzun olsaymış demeye başladım, hatta son bölümü izlerken 50 bölümlük birkaç sezon olmasını istedim ve bence daha uzun olsaymış da olurmuş çünkü Bulut Kovuğu'nda aldıkları eğitimi bile ayrı bir dizi olarak izleyebilirdim.  Diziyi hiç duymayanlar için kısaca konusundan bahsedeyim önc

The Flower of Evil Dizi Yorumu

Herkese merhaba, The Flower of Evil'ı yeni bitirdim ve bitirir bitirmez hemen yorumunu yazmak istedim çünkü inanılmaz iyiydi ve izlerken her bölümünden ayrı keyif aldım. Bilmeyenler için dizinin konusunu ve merak edenler için tanıtımını  aşağı bırakıyorum ve sonrasında spoiler içeren yorumuma geçiyorum. Dizi, karanlık geçmişini gizleyen ve başka birinin kimliği altında yaşayan bir adam ( Lee Joon-Gi ) ile o adamın (kocasının) peşine düşen bir dedektifin ( Moon Chae-Won ) etrafında dönmektedir. Öncelikle diziye başlama sebebim dizi hakkında okuduğum iyi yorumlar, Lee Joon-Gi'nin oyunculuğu ve dizideki kızıyla paylaştığı fotoğrafları görmem oldu. Başlarken çok yüksek beklentilerim yoktu fakat dizi daha ilk bölümünden bile merak uyandırdı ve beni içine çekmeyi başardı. Kore dizileri izlemeye karantina döneminde başladım ve açıkçası çok fazla ön yargım vardı, çoğu insan gibi ben de İngiliz ve Amerikan dizileri izlemeye alışık olduğumdan bir Kore dizisi izlemek hiç de cazip gelmiyor

Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri // Kitap Yorumu

 Herkese merhaba, Aslına bakılırsa bu yazıyı uzun bir süredir yazmayı planlıyor olduğum halde nasıl yazacağımı bir türlü tasarlayamadığım için erteliyordum. Şiir tutkunu olduğumu söyleyemem, fakat hoşuma giden şiirleri ve sevdiğim yazarların derlemelerini okumayı severim. Edgar Allan Poe kullandığı imgeler ve kafanızda çizdiği soyut resimlerle okumaktan keyif aldığım yazarlardan birisi. Bu nedenle daha kitabın kapağını açarken bile beni içine çeken dünyanın hoşuma gideceğinden emindim. Şiirler hakkındaki yorumuma geçmeden önce İthaki Yayınları'ndan çıkan derlemeyi okudum ve çevirisinin çok başarılı olduğunu söyleyemem açıkçası. Elbette çeviri yapmak, özellikle de şiir çevirisi yapmak oldukça zor bir iş, ama yine de çok daha iyi olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. Neyse ki bir tarafta orijinal dil, diğer tarafta çeviri olacak şekilde basmışlar, bu yüzden de çok problem olmadı.  Şiirlerin hepsini eşit derecede sevdiğimi söyleyemem tabii ki, içlerinde hoşuma gitmeyen şiirler de oldu