Ana içeriğe atla

Senin Adın (Your Name) Manga Yorumu

 Sonunda ilk manga yorumumu yazıyorum!

Hem de daha bitireli birkaç saat olmuşken... Orijinal adıyla Kimi No Na Wa, daha çok bilinen adıyla Your Name'in filmini yaklaşık bir yıl önce izlemiştim. Gerekli Şeyler'in mangasını çevirdiğini gördüğümde direkt almak istedim, fakat stoğu bitmişti ve yenilenir yenilenmez havada kaptım. Yoruma geçmeden önce kısaca baskı ve çeviriden bahsetmem gerekirse bence gayet iyiydi, tabii internetten almıyorsanız (hatta internetten alırken bile) biraz pahalı, ama yine de ortalama fiyatları ve baskının kalitesini düşününce çok da uçuk bir fiyat değil bana kalırsa.

Your Name özellikle de geçtiğimiz iki sene içinde fazlasıyla popüler olan bir yapım, bir dönem kafamı çevirdiğim her yerde paylaşımlarını görüyordum ve filmi de oldukça hoşuma gittiğinden mangasını da çok beğenmem sürpriz olmadı. Genel olarak yorumumu anime ve mangayı ayırmadan yapacağım çünkü manganın daha kısa olması dışında hiçbir farkları yok. Animeden mangaya uyarlandığı için de birebir aynı olmaları çok da şaşırtıcı değil. 

Hikayemiz küçük bir kasabada yaşayan Mitsuha adında bir lise öğrencisinin dilekleriyle başlıyor. Mitsuha, içinde doğru düzgün bir kafe ve dişçi bile olmayan sıkıcı küçük kasabalarından ve geleneklerinden çok sıkıldığı için bir an önce büyük bir şehirde yaşamak istiyor. Durmadan Tokyo gibi büyük bir şehirde yaşamanın nasıl hissettireceğini düşünüp hayal kuruyor, üstelik aynı zamanda "keşke yakışıklı bir erkek olarak doğsaydım" diye söylenip duruyor, anlam veremediği bir şekilde zaman zaman uykusundan ağlayarak uyanıyor ve derken bir gün ansızın kendi yaşlarındaki bir erkeğin bedeninde uyanıyor.
Mangası benim için en az film kadar akıcıydı, sayfaları çevirip çizimleri incelerken bulunduğum yerden uzaklaşıp onların dünyasına ışınlanmışım gibi hissettim. Mitsuha her ne kadar şikayet etse ve küçük bir yerde doğup büyüyen, üniversiteye kadar da orada yaşayan biri olarak hislerini çok iyi anlasam da şirin kasabalarını çok sevdim. Özellikle de neden bilmiyorum ancak civarda kafe olmadığı için arkadaşlarıyla otomatın önündeki bankta oturup bir şeyler içmeleri çok sevimli geldi. 

Tabii Mitsuha durmadan hayalini kurduğu gibi hem bir erkek olarak hem de Tokyo'da uyanınca bir yandan sevinse de öte yandan yaşadıklarına inanamıyor ve bunun bir rüya olduğunu düşünüyor. Bu esnada bedenini aldığı Taki isimli lise öğrencisi de Mitsuha'nın bedeninde uyanıyor. Elbette birbirlerinin hayatlarına ve yaşam tarzlarına tamamen yabancı olan bu ikili birçok pot kırıyor ve etraftakilerin dikkatini çekiyor. Ertesi gün herkes kendi bedeninde uyandığında da yakınları bir önceki gün sergiledikleri tuhaf tutuma anlam veremiyor. 

Birden kaç yıldır gittiği okulunun yolunu hatırlamayan ve takım oyunlarında inanılamaz bir başarı gösteren Mitsuha ve babasına çok yakın davranıp onunla her şeyini paylaşan, garsonluk yaptığı kafede iş arkadaşının yırtılan eteğini sevimli çiçek desenleri oluşturarak diken Taki herkesin dikkatini çekmeye başlıyor. Bu nedenle işleri karıştırmamak için zamanla birbirlerinin hayatlarıyla ilgili bir şeyler öğrendikçe not ediyorlar ve iki taraf da karşı tarafın yapması ve yapmaması gerekenleri not olarak bırakıyor çünkü beden değiştirdiklerinde normalde kendilerinin asla yapmayacağı şeyleri denemeleri ikisini de rahatsız ediyor. Fakat bu notlara rağmen ikisi de pek oralı olmuyor ve bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Derken bu döngü haftada birkaç kez belirli aralıklarla birbirlerinin bedenlerinde uyanmaları üzerine sürüp gidiyor.

Elbette bu esnada ikisinin de aklından hiç çıkmayan bir soru var: Bedenini ödünç alıp yerine geçtikleri bu yabancı kim ve adı ne? Birbirlerine not bırakarak isimlerini öğreniyorlar, artık bu tuhaf döngüye iyice alışıyorlar ve ilk başta şikayet etseler de zamanla bu garip olay ikisinin de hayatının bir parçası haline geliyor. Mitsuha, Taki'nin bedenindeyken iş arkadaşı Miki Okudera'yla ona bir randevu ayarlıyor ve uzun zamandır beklenen kuyruklu yıldızın dünyaya yaklaşacağı zaman için çok heyecanlı olduğunu, o an Taki'nin bedeninde olsa da olmasa da bu anın keyfini çıkarması gerektiğini söylüyor. O an Taki'nin bedeninde değilse bile onun yerine geçtiği an neler olduğunu öğrenmek istiyor, ama ne var ki kuyrukluyıldızın göründüğü andan sonra döngü aniden kesiliyor ve bir daha hiç yer değiştirmiyorlar.
İstisnai bir biçimde de olsa birbirlerini tanıdıkları bu sürede Mitsuha'ya farkında olmadan hisler beslemeye başlamış olan Taki, onu özlüyor ve bir şekilde Mitsuha'yı tekrar bulmak istiyor. Bu sırada da elinde Mitsuha'dan geriye kalan kırmızı iple Itomori'nin yolunu tutuyor. 

Mitsuha gündelik yaşantısında Itomori'nin geleneklerine göre büyükannesinin önemini açıkladığı belirli ritüelleri sürdürüyor. Bunlardan biri de kırmızı ipleri örmek. Kırmızı ipler Asya kültüründe sıkça kullanılıyor ve genelde kaderin düğümü olarak biliniyor, zamanın akışını ve insanların birbirine bağlanan kaderlerini  simgeliyor. Bu inanışa göre kaderlerinde tanışmak olan iki insanın parmaklarına sarılan ve onları birbirine bağlayan bu kırmızı ip kaderlerini de birleştiriyor, bu nedenle de Uzak Doğu kültüründe "kaderin kırmızı ipi" olarak anılıyor. Filmde de kader, zamanın akışı ve tahmin edilemezlik üzerine epey gönderme var. Bir şekilde yolları sıra dışı bir olayla birleşen Mitsuha ve Taki de birbirlerinden kopamıyorlar. 
Taki onu ararken hayalet bir kasabaya dönmüş Itomori'yi buluyor ve başka birinin bedeninde çok kısa bir zaman dilimi geçirdiği bu kasaba için çok büyük ve adını koyamadığı bir üzüntü duyuyor. Sonrasında olanlara inanamıyor çünkü daha birkaç gün önce Mitsuha'nın bedeninde Itomori'nin yemyeşil doğasında gezerken ve büyükannesiyle ritüellerini yaparken enkaza dönmüş kasabaya anlam veremiyor. Derken Itomori'nin üç yıl önce kuyrukluyıldızdan kopan bir parçanın düşmesi üzerine büyük bir yıkımla karşılaştığını ve çok sayıda insanın öldüğünü öğreniyor. Yani aslında yerine geçip hayatını yaşadığı Mitsuha, kuyrukluyıldız felaketinde kasabayla birlikte yok olmuş birisi ve bu bize bir kez daha kaderin kırmızı ipini hatırlatıyor çünkü yolları tüm bu felakete ve zaman farkına rağmen kesişiyor. Mitsuha korkunç bir felakette ölmüş olmasına rağmen kaderin kırmızı ipi yok olmuyor, Taki'nin elinde var olmaya ve onların ruhlarını birbirine bağlamaya devam ediyor. Gördükleri kuyrukluyıldız da bana kalırsa kaderin tahmin edilemezliğini ve gücünü simgeliyor.
"Birbirlerine yaklaşırlar, şekil alırlar, sarmalanırlar, düğümlenirler, çözülüp koparlar, sonra tekrar kavuşurlar. Buna Musubi denir. Yani zaman."
Taki, bir zamanlar Mitsuha'nın büyükannesiyle ritüellerini uyguladıkları tapınağa ulaşıp Shinto adını verdikleri ritüelin parçası olarak yaptıkları "kuchikamizake" isimli içeceği buluyor. Bu içecek meşhur Japon içkisi sake'nin ilkel bir formu, birinin pirinci ağzında çiğneyip bir kaba tükürmesi sonucu insan salyası yardımıyla meydana gelen fermantasyonla oluşuyor. Büyükannesinin söylediklerine göre, aslında insan bu ritüelde aynı zamanda ruhunun bir parçasını da veriyor ve bu da bizi filmdeki ve mangadaki en garip sahneye götürüyor. Taki Mitsuha'nın yaptığı kuchikamizake'yi içerek boşluğa düşüyor, onun anılarını görüyor, sonrasında da Mitsuha'yı felakete karşı uyarıp kendini ve kasabadakileri kurtarmasını istiyor. Bu sırada birbirlerini unutmamak için ellerine isimlerini yazıyorlar
Mitsuha bir anda kendini hayati bir görevin içinde buluyor, ancak daha da zor olan şey kasabadakileri yaklaşan bu felakete ikna edip tahliye edebilmek. Belediye başkanı olan babasından yardım istiyor, insanları defalarca uyarıyor, fakat kimse küçük bir lise öğrencisinin "uydurduğu" bu felaket senaryolarına kulak asmıyor. Mitsuha bu kez arkadaşlarıyla bir plan yapıyor ve kasabayı giderek yaklaşan bu felaketten kurtarmak için hep birlikte harekete geçiyorlar. Neyse ki zor da olsa bir şekilde Itomori, kuyrukluyıldız felaketinin eşiğinden dönüyor. Ama Mitsuha ve Taki'nin hayatlarındaki birbirlerine dair tüm anılar silinmeye başlıyor. Ellerine yazdığı isimler ve Mitsuha'nın Taki'nin bedenindeyken yazdığı elektronik günlük yavaşça hiçliğe karışıyor. Kısacası zaman yolculuğu temalı yapımlarda sıkça rastladığımız şey oluyor ve zamanın akışında bir değişiklik yapılınca gelecek de bundan etkilendiği için bazı şeyler değişen akışın içinde yer bulamayarak yitip gidiyor. Ancak tabii ki bu kaderin kırmızı ipini kesmeye yetmiyor.
Sonrasında birkaç sene sonrasına gidiyoruz. Mitsuha, tıpkı hayalini kurduğu gibi Tokyo'da üniversite okumuş ve iş hayatına başlamış başarılı bir kadın, ama rüyalarından yine ağlayarak uyanıyor ve sürekli birilerini ve bir şeyleri arıyormuş ve adını koyamadığı bir şeye özlem duyuyormuş gibi hissediyor. Taki de pek farklı değil tabii. Lisedeyken bir zamanlar ziyaret ettiği ve ona tamamen yabancı olan o kasabada yaşanan felaketin onu neden bu denli derinden etkilediğine bir türlü anlam veremiyor. Kısacası ikisi de bir zamanlar hafızalarında ve ruhlarında yer edinmiş o kişiyi özlüyor. Bu noktada kaderin kırmızı ipi onları son kez -ve sonrasını görmesek de umuyoruz ki- ve bir daha hiç ayrılmamak üzere bir araya getiriyor.
Your Name insanın kalbine dokunan hikayesiyle ve anlatmak istedikleriyle kesinlikle bir şans verilmesi gereken bir eser! Daha önce hiç manga okumayan veya anime izlemeyen birinin bile seveceğini düşünüyorum. Filmi müzikleriyle, sahneleriyle ve çizimleriyle tam bir görsel şölendi çünkü özellikle de kuyrukluyıldızın dünyadan göründüğü andaki renk geçişleri muhteşemdi. Mangası birkaç sayfası hariç renksiz doğal olarak, ancak o kadar akıcı ki sayfaları ardı ardına çevirip neredeyse bir yıl önce izlediğim filmi tekrar kafamda canlandırırken çok keyif aldım. Ayrıca filmde geçip giderken çok dikkat etmediğim bazı sahnelerin ve ayrıntıların üzerinde durmak da çok keyifliydi. Zaman ve kaderle ilgili şeyler izlemeyi seviyorsanız büyük ihtimalle seversiniz diye tahmin ediyorum, sevmiyorsanız bile size sevdirecek kadar başarılı bir yapım. Evet, iddia ediyorum... Son sahnede karşılaştıkları an onlarla birlikte hem hüzünlenip hem mutlu olmak işten bile değil. 

Kaderin kırmızı ipinin sizi daima doğru yöne götürmesi dileğiyle blogdaki ilk manga yorumumu sonlandırıyorum!



Yorumlar

  1. O kadar güzel yazmışsın ki tekrar izlemiş kadar oldumm🥺👌❤❤😻

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popular Posts

The Untamed Dizi Yorumu

Herkese merhaba! Yıl sonunu çok sevdiğim bir diziden bahsederek kapatmak ve herkese mutlu yıllar dilemek istedim. The Untamed bir süredir izlemek istediğim ancak bölüm sayısı fazla olduğu ve daha önce herhangi bir Çin yapımı izlemediğim için sürekli ertelediğim bir diziydi. Dizinin konusu hakkında hiçbir fikrim yoktu, sadece bir novel uyarlaması ve BL temalı olduğunu biliyordum. 50 bölüm gözümde çok büyüdüğü için sürekli erteledim ve itiraf etmek gerekirse Çince kulağıma önceden pek hoş gelmediği için ön yargılarım vardı. Fakat diziyi bitirdikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki ön yargılarım aslında gereksizmiş. Diziye başlarken 50 bölümü gözünde büyüten ben, 10 bölümü izledikten sonra keşke dizi daha uzun olsaymış demeye başladım, hatta son bölümü izlerken 50 bölümlük birkaç sezon olmasını istedim ve bence daha uzun olsaymış da olurmuş çünkü Bulut Kovuğu'nda aldıkları eğitimi bile ayrı bir dizi olarak izleyebilirdim.  Diziyi hiç duymayanlar için kısaca konusundan bahsedeyim önc

The Flower of Evil Dizi Yorumu

Herkese merhaba, The Flower of Evil'ı yeni bitirdim ve bitirir bitirmez hemen yorumunu yazmak istedim çünkü inanılmaz iyiydi ve izlerken her bölümünden ayrı keyif aldım. Bilmeyenler için dizinin konusunu ve merak edenler için tanıtımını  aşağı bırakıyorum ve sonrasında spoiler içeren yorumuma geçiyorum. Dizi, karanlık geçmişini gizleyen ve başka birinin kimliği altında yaşayan bir adam ( Lee Joon-Gi ) ile o adamın (kocasının) peşine düşen bir dedektifin ( Moon Chae-Won ) etrafında dönmektedir. Öncelikle diziye başlama sebebim dizi hakkında okuduğum iyi yorumlar, Lee Joon-Gi'nin oyunculuğu ve dizideki kızıyla paylaştığı fotoğrafları görmem oldu. Başlarken çok yüksek beklentilerim yoktu fakat dizi daha ilk bölümünden bile merak uyandırdı ve beni içine çekmeyi başardı. Kore dizileri izlemeye karantina döneminde başladım ve açıkçası çok fazla ön yargım vardı, çoğu insan gibi ben de İngiliz ve Amerikan dizileri izlemeye alışık olduğumdan bir Kore dizisi izlemek hiç de cazip gelmiyor

Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri // Kitap Yorumu

 Herkese merhaba, Aslına bakılırsa bu yazıyı uzun bir süredir yazmayı planlıyor olduğum halde nasıl yazacağımı bir türlü tasarlayamadığım için erteliyordum. Şiir tutkunu olduğumu söyleyemem, fakat hoşuma giden şiirleri ve sevdiğim yazarların derlemelerini okumayı severim. Edgar Allan Poe kullandığı imgeler ve kafanızda çizdiği soyut resimlerle okumaktan keyif aldığım yazarlardan birisi. Bu nedenle daha kitabın kapağını açarken bile beni içine çeken dünyanın hoşuma gideceğinden emindim. Şiirler hakkındaki yorumuma geçmeden önce İthaki Yayınları'ndan çıkan derlemeyi okudum ve çevirisinin çok başarılı olduğunu söyleyemem açıkçası. Elbette çeviri yapmak, özellikle de şiir çevirisi yapmak oldukça zor bir iş, ama yine de çok daha iyi olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. Neyse ki bir tarafta orijinal dil, diğer tarafta çeviri olacak şekilde basmışlar, bu yüzden de çok problem olmadı.  Şiirlerin hepsini eşit derecede sevdiğimi söyleyemem tabii ki, içlerinde hoşuma gitmeyen şiirler de oldu