Ana içeriğe atla

Inuyasha: The Final Act Anime Yorumu

 Inuyasha'nın devam serisi olan Inuyasha: The Final Act yorumuyla herkese merhaba!

Blogda daha önce Inuyasha'nın yorumunu yapmış ve müzikleri için başlamak istesem de 167 bölümün gözümü korkuttuğunu söylemiştim; ama Inuyasha'dan sonra 26 bölümlük devam serisini de bitirdim, bir sonraki neslin hayatını konu alan 24 bölümlük Hanyou No Yashahime'ye de başladım, 4 tane filmini izlemeyi de düşünüyorum. Hatta devamı gelse onu da izlerim sanırım, fakat böyle söylememe rağmen bazı eleştirilerim de olacak. Animenin konusundan bir önceki yazımda bahsettiğim için çok uzatmadan yoruma geçeceğim. 

Inuyasha: The Final Act, manga serisinin uyarlanmayan kısmından, yani esas animeyi bitirdiğimiz noktadan başlıyor ve karakterleri bıraktığımız yerde buluyoruz. Bu kısmı benim açımdan güzeldi çünkü karakterleri izlemeyi özlemiştim ve onları bıraktığım yerde bulmak eski bir arkadaşımla karşılaşmışım gibi hissettirdi. Tabii her ne kadar ben çok ara vermeden izlesem de normalde Inuyasha'nın finaliyle Inuyasha: The Final Act'in yayınlanması arasında beş yıl var, bu nedenle o dönem animeyi güncel takip edenler için pek de kısa bir bekleyiş olduğu söylenemez.

167 bölümlük Inuyasha'ya başlarken karakterleri ve olay örgüsünü az çok çözünce kafamda şöyle bir düşünce vardı: "167 bölüm boyunca Naraku'yla savaşacak halleri yok herhalde, muhtemelen en kötü ihtimalle yarısında çözülür." Ancak işler hiç de tahmin ettiğim gibi gitmedi. Inuyasha'nın finalinde bir kez daha Naraku'ya mağlup olduklarını izlediğimiz yetmiyormuş gibi karakterlerimiz Inuyasha: The Final Act'in tamamı boyunca yine durmadan Naraku'yla savaş halindeydi. Hatta bu öyle bir savaş ki bitmek bilmiyor ve bir süre sonra Naraku yok olsa bile inanmayacağınız bir noktaya geliyorsunuz. 
Anlayacağınız üzere 26 bölüm boyunca yine anime tarihinin gelmiş geçmiş en sinir bozucu karakterlerinden birisi olan Naraku'ya karşı verilen amansız mücadeleyi izliyoruz. Ve evet, şu ana dek bu genellemeyi yapabilecek kadar anime izlememiş olabilirim, fakat sahiden de araştırdım ve animelerdeki en nefret edilen karakterleri konu alan birçok listede Naraku'ya rastladım. Elbette bu hiç de sürpriz bir sonuç değildi.

Bölümlerin geri kalan kısımlarında yine köylere saldıran çeşitli iblislerle mücadele ediyorlar ve Naraku'nın bitmek bilmeyen yaratımlarıyla uğraşıyorlar. Naraku kendi yetmiyormuş gibi durmadan birilerini yaratıyor, bedeni parçalara ayrılsa da tekrar birleşiyor, uzuvları çıkıyor, korkunç bir yaratığa dönüşüyor ve inatla mücadelesini sürdürüyor. Animenin başında tuhaf bir babun kılığında karşımıza çıkan Naraku'nın bu noktaya evrileceğini asla tahmin etmediğim için biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim.
Bana kalırsa Naraku'yla artık kabak tadı veren mücadelelerinden çok karakterlerin gelişimini izlemek daha keyifliydi. Inuyasha ve abisi Sesshomaru arasında sonunda seslice dile getirilmese de buzların eridiğini ve nihayet aynı safta yer aldıklarını görmek güzeldi. İkisinin de içlerindeki gücü keşfedip kılıçlarına hükmettiklerini görebildik sonunda. Ayrıca Miroku'nun da epey olgunlaştığını söylemeden geçemeyeceğim, ilk başlardaki sinir bozucu halinin aksine daha sessiz sakindi. Tabii bunda elindeki Rüzgar Tüneli gücünün yavaş yavaş sonuna gelmesi, onun tarafından yok edilme korkusu ve savaşma arzusu arasında kalması da etkiliydi. Sango'nun hikayesi yine her zamanki gibi beni fazlasıyla duygulandırdı, Naraku'nın etkisi altına giren kardeşinden vazgeçememesi fakat elinden bir şey gelmemesi yeterince trajik değilmiş gibi bir de Miroku için kendini defalarca tehlikeye attı. Yalnızca kendini de değil, bir noktada Naraku'nın tuzağına düşüp Rin'in hayatını riske atmak zorunda kaldı ve sonrasında duyduğu pişmanlık ve vicdan azabı iç burkucuydu. 
Tüm bu olanların üzerine Sango'nun kendini hepten geri plana atıp bir yandan kardeşini bir yandan da aşık olduğu kişiyi korumaya çalıştığını görmek üzücüydü, özellikle de bir ara Kohaku'nın öldüğünü sandığında yaşadığı büyük sarsıntı karakterin gelişimini oldukça etkiledi. Ölüm demişken önce Kagura, sonra da çok geçmeden bir bakıma zaten ölü olan Kikyo ölünce Kohaku da ölecek, hatta ekipten birkaç kişi daha gidecek diye korkmama rağmen neyse ki öyle olmadı. Kagura'yı pek sevmesem de ölümü üzücüydü ve gördüğüm kadarıyla Kikyo pek sevilmese de ben karaktere sempati duyan birisi olarak üzüldüm, ama aynı zamanda da nihayet huzur bulduğu için sevindim. Tabii Kikyo'nun ölümünden çok karakterin müziğinin onunla birlikte gitmesine üzüldüm; Kikyo, şu ana dek izlediğim tüm yapımlar içinde müziğiyle en çok özdeşleşen karakterlerden birisiydi. Besteyi her kim yaptıysa karakterin ruhunu notalara aktarmış gerçekten. Kikyo'nun gizemini, acılarını ve karanlığını dinliyorsunuz sanki.
Inuyasha ve Kagome'yi shipleyen birisi olarak ben de Kikyo'ya ara sıra biraz sinir olsam da karakterin açısından baktığımda aslında kendince haklıydı. Sonuçta Inuyasha ve Kikyo, Kagome'den önce tanışıyorlardı, sırf bunun için de onu suçlayamayız herhalde. Hem bu noktada Kikyo değil, bir türlü seçim yapamayan Inuyasha daha sinir bozucuydu bana kalırsa. Zaten bence Inuyasha, animenin başından beri en çok değişim geçiren ve kırılma noktası yaşayan karakterlerdendi. Hem yarı iblis olarak arada kalmışlığı, hem Kikyo'yu kaybetmesi, hem de abisiyle olan düşmanca ilişkisi onu fazlasıyla etkileyen faktörlerdendi. 

Abisi demişken elbette Sesshomaru'ya büyük bir parantez açmam gerekecek, hatta parantez dediğime bakmayın, muhtemelen birkaç paragraf ondan bahsedeceğim çünkü bana kalırsa hikayesiyle ve dönüşümüyle özellikle de The Final Act'i en izlenilebilir kılan etmendi. 
Sesshormaru, animenin en başında kardeşine duyduğu nefretle ve soğuk duruşuyla bize kendini tanıtmıştı. Inuyasha yorumumda da bahsettiğim üzere kendisi bir iblis, bu nedenle de annesi fani olduğu için bir yarı iblis olan Inuyasha'yı ailelerine bir utanç olarak görüyor. Ona göre Inuyasha, babasının ismini karalayan bir hata, Inuyasha da uzlaşmacı birisi olmadığından yıldızları bir türlü barışmıyor. Üstüne bir de babasının, Inuyasha'ya yok edici güce sahip Tessaiga'yı verirken kendisine de iyileştirme gücü olan Tenseiga'yı bıraktığını öğrenince araları iyiden iyiye kızışıyor. Tabii bu tutumunda Sesshomaru'yu haklı bulmuyorum, fikrimce zaten kendisi de sonradan hatasının farkına varıyor açıkça dile getirmese de. İlk bölümlerde beyaz kürkü ve soğuk bakışlarıyla kimseye aldırmadan bir görünüp bir kaybolurken Tenseiga'nın iyileştirme gücüyle ölmek üzere olan insan bir kız çocuğu Rin'i kurtarınca karakter değişim göstermeye başlıyor, ama diğer bir açıdan bakarsak bence Sesshomaru değişmek yerine içindeki asıl kişiliği keşfedip dışarı vuruyor. 
Çünkü animenin en başından beri çok güçlü bir iblis olarak lanse edilmesine ve hatta sırf Inuyasha'ya bir yumruk atabilmek için boyut değiştirmesine rağmen mücadelelerinde asla ona ölümcül zarar verecek bir hamlede bulunmuyor, kaldı ki yeri gelince Kagome'yi bile koruyor.

Anlattıklarımdan sonra az çok tahmin edersiniz ki The Final Act'te en sevdiğim bölümler Sesshomaru'yu konu alan bölümler oldu. Hem karakterin gelişimini izlemek keyifli olduğu için, hem Sesshormaru gerçekten çok karizmatik olduğundan, hem de Jaken'in komikliği ve Rin'in sevimliliğinden. Kohaku'nın da aralarına katılmasıyla Sesshomaru iyice part-time bebek bakıcısına dönse de halinden pek de şikayetçi değildi ve ikisini de korumayı kendine görev olarak görmesi çok hoştu. 
Sesshomaru'nın, oğlunun küçük bir kız çocuğuna bakıcılık yaptığını öğrenen annesi Rin'i yer altı dünyasına yollayıp neredeyse ölümüne neden olunca resmen nefesimi tutarak izledim çünkü Sesshomaru'nın tepkisini merak ediyordum. Her ne kadar her zamanki soğukkanlılığını genel anlamda korumayı başarsa da sonunda Rin hayata döndüğünde bir farkındalık yaşaması ve hiçbir şeyin onun hayatından önemli olmadığını söylemesi animenin en çarpıcı sahnelerindendi bana kalırsa. 

Rin'in ise herkesin çekindiği Sesshomaru'nın merhametini ve gücünü öve öve bitirememesi, herkes ondan korkarken Sesshomaru yüzünü tuttuğunda gülümsemesi ve uyanır uyanmaz onu araması çok sevimliydi. Tabii bu sırada Jaken bir köşede asla göremediği değere iç çekiyordu, ona da gülmeden edemedim. 
"Kurtarılamaz mı? Onu kurtaramaz mıyım? Tenseiga... Böyle bir şey için ölmesine izin verdim. Kazanabileceğim hiçbir şey onu kaybetmeye değmezdi. Hiçbir şey!" - Sesshomaru
Eninde sonunda beklenen an gelip hepsi Naraku'nın tuzağına düştüğünde iş birliği yaptıklarını görmek güzeldi, her ne kadar iş işten geçmiş olsa da... Tessaiga'nın uzay boşluğunu andıran siyah görünümüne de bayıldım, ayrıca Inuyasha ve Sesshomaru güçlerini birleştirince yenilmez olmalarına da. Tabii ki diğerlerinin de onlara katılıp ayrılmaz bir takım olmaları, birbirlerine destek çıkıp Naraku gibi taş kalpli bir karakteri bile içten içe duygulandırmaları çok etkileyiciydi. 
Naraku demişken bir türlü ölmek bilmemesiyle aşırı sinir bozsa ve her gördüğümde ekrana yumruk atma isteği uyandırsa da bence gerçek bir kötü karakter olmanın hakkını veriyordu. Onunla empati yapmanıza pek izin vermeyip amaçları doğrultusunda sınırları zorlayarak ve her göründüğü sahnede sinirlerinizi alt üst ederek, kötü bir karakter olmanın doruk noktasına ulaşıyordu bence. Tabii son ana kadar onunla ettikleri mücadeleyi izlemekten keyif aldım desem yalan olur, bana göre gereksiz uzatılmıştı; Inuyasha ve Sesshomaru'nın çocuklarının hayatını konu alan devam serisini izlerken bile her an kıyıdan köşeden çıkacak diye diken üstünde bekliyorum hâlâ.
Sonunda Naraku nihayet mağlup edilse de her şeyi düzene sokmak o kadar kolay olmadı tabii... Kutsal Mücevher mucizeler yaratsın diye beklerken yine olanlar oldu ve Kagome bir anda kendini yer altı dünyasının karanlığında buldu. Inuyasha da beklemeden hemen arkasından gitse de önce birbirlerine ulaşamadılar. Kagome, eğer Inuyasha'yla hiç tanışmasaydı sahip olacağı hayatı gördükten sonra kendini zifiri karanlığın içinde beklerken buldu, Kutsal Mücevher kendisinden bir dilek dilemesini istese de neyse ki bu tuzağa düşmedi çünkü aslında Kutsal Mücevher'in dileklerin hiçbirini gerçekleştirmediğini anladı. Inuyasha onu bulduğunda karanlığın içinde aydınlığa kavuşmaları çok güzeldi, sonra da 193 bölümün ardından tam beklediğimiz sona mı ulaşıyoruz derken aniden üç yıl sonrasına gittik... 
Tam böyle bir karar verdikleri için kızıyordum ki animenin son dakikaları The Final Part'a dair en sevdiğim şey oldu, gösterilenlerin hepsini bölümlerce izlemek istedim cidden. Elbette bazı saçmalıklar da yok değildi, her şey normale döndükten sonra kuyunun kapanması üzerine kendi dünyasıyla feodal çağ arasındaki bağlantıyı kaybeden Kagome, üç yılın ardından liseden mezun olduktan sonra olacakları az çok tahmin ediyordum tabii. Yine de kuyu bir şans eseri açıldıktan sonra ailesinin hiç itiraz etmeden kızlarının hayatının geri kalanında hiç bilmedikleri bir zaman diliminde yaşamasını kabul etmeleri biraz absürttü. Tabii bu sevinmedim demek değil; Inuyasha ve Kagome üç yıldır birbirlerini görmedikleri için bambaşka yerlerde ve farklı zaman diliminde gökyüzüne bakarak birbirlerini anımsadıklarında hüzünlendim ve tekrar bir araya gelecekleri anı bekliyordum. Ayrıca Kagome'nin ailesinin kararından daha şaşırtıcı olan şey Kagome'nin nihayet ortaokul formasını çıkarmasıydı galiba, ölene dek onu giyeceğini düşünmeye başlamıştım çünkü.

Kagome yıllar sonra mucize eseri kuyudan geçmeyi başardığında Inuyasha'nın ona elini uzatması çok tatlıydı. Sanırım ikisine dair en sevdiğim anlardan biri buydu. Kagome'nin lise eğitimini tamamladığı üç yıl içinde feodal çağda da işler değişmiş, Sango ve Miroku evlenip üç çocuk sahibi olmuş, Sesshomaru insan bir kız çocuğu olan Rin'i büyüyene ve kendi kararını verene dek normal bir hayat sürebilmesi için Kikyo'nun kardeşi Kaede'nin yanına bırakmış ve Shippo da tilki iblis olabilmek için eğitimlere başlamıştı.
Her ne kadar Miroku'nun karakteri yüzünden kendisine sinir olsam ve Sango'nun çok daha iyisini hak ettiğini düşünsem de birlikte olacaklarını az çok tahmin ediyordum ve en azından görünüşe göre Miroku'nun karakteri iyi yönde değiştiği için sevimli ailelerini görmek beni fazlasıyla mutlu etti. Özellikle de ikiz kız çocuklarının Inuyasha'nın kulaklarını çekiştirerek oynaması, Miroku'nun, ailesi uyurken yere uzanıp üzerlerini örttükten sonra onları izlemesi ve Kagome'yle buluştukları an "iyi ki bu bölüme kadar izlemişim" dedirtti, çok tatlılardı!
Yukarıda da bahsettiğim gibi çok hoşuma giden bir diğer detaysa Sesshomaru'nın Rin'i peşinde sürüklemek yerine henüz küçük bir kız çocuğu olduğu ve onların iblis dünyasında bir yeri olmadığı için güvenebileceği bir insanın yanına bırakması ve büyüyüp kendi kararını verene dek onun hayatına uzaktan dahil olma kararı vermesiydi. Rin, Kikyo'nun kardeşi Kaede'yle birlikte normal bir hayat sürerken Sesshomaru'nın ona durmadan hediyeler göndermesi gibi ufak detaylar da çok hoştu. 

Sesshomaru demişken son dakikalarda geçen efsanevi sahneye değinmezsem olmaz sanırım, bu yazıyı ancak öyle tamamlayabilirim. Sesshomaru gökyüzünde uçarken artık Inuyasha'yla evlendiği için herkesi bir aile olarak gören Kagome ona "abi" diye seslendiğinde Sesshomaru'nun yüzünde oluşan ifadeye bir süre güldüm gerçekten. Galiba orada kullandığı "abi" kelimesi bizde eşin olan kişinin abisine denilen kelimeye denk geliyormuş, bu nedenle de Inuyasha'yı kardeşi olarak kabul etmek bile istemeyen -fakat içten içe onu bir yandan da benimsemiş olan- Sesshomaru kendisine öyle seslenildiğini duyduğunda dünyanın en soğuk ve hoşnutsuz bakışını attı. Üstüne Inuyasha'nın tepkisi de ondan farksız değildi. Gerçi YouTube yorumlarından birinde, "Sesshomaru'nun yüz ifadesinin nedeni Kagome'nin kendisine öyle seslenmesi değil, Kagome'nin kendine öyle seslenmesinden hoşlanıp kendine bu yüzden sinir olması" yazıyordu ve o yorumdan sonra sahneye daha farklı bakıp daha çok güldüm.
Kısacası -yazıyı bu kadar uzattıktan sonra ne kadar kısa olabilirse- Inuyasha: The Final Act ilk başta beni epey hayal kırıklığına uğratsa da sonuyla bir kez daha kalbimi kazandı. Naraku'nın nihayet hayatımızdan çıktığı, bazı kayıplar verilse de karakterlerin sonunda kendi hayatlarını bulduğu ve her birinin başından sonuna dek geldiği noktayı daha net görebildiğimiz bir devam serisi izlemek güzeldi. 
Eğer karakterlerin artık aileniz gibi hissettirmeye başladığı uzun serileri seviyorsanız tereddüt etmeden başlayın ve sakın Sesshomaru'ya asla resmi olmayan hitaplar kullanmamanız gerektiğini unutmayın.


 


Yorumlar

  1. Son sahneler o kadar güzeldi ki... Gerçekten ancak bu kadar tatlı bir final yapabilirlerdi🥺🥺 Tam yeter artık sıktı bu Naraku masalı derken sonunu öyle güzel bağlamışlar ki. Sonu kesinlikle övgüleri hak ediyor. Her ne kadar arada gerçekten Naraku'yla olan mücadeleleri sıksa ve bırakma isteği uyandırsa da Inuyasha şüphesiz izlenmesi gereken animeler listenin başında benim gözümde. Bu seriyi izlemek de insana tanıyıp bildiği biriyle tekrar karşılaşmış hissi veriyor. Özellikle karakter gelişimleri o kadar bağlantılı ayarlanmış ki hepsinin nasıl bugün oldukları yere geldiğini anlayabiliyoruz. Yine okuması çok keyifli olan bir blog yazısı ve yine sennn❤

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popular Posts

The Untamed Dizi Yorumu

Herkese merhaba! Yıl sonunu çok sevdiğim bir diziden bahsederek kapatmak ve herkese mutlu yıllar dilemek istedim. The Untamed bir süredir izlemek istediğim ancak bölüm sayısı fazla olduğu ve daha önce herhangi bir Çin yapımı izlemediğim için sürekli ertelediğim bir diziydi. Dizinin konusu hakkında hiçbir fikrim yoktu, sadece bir novel uyarlaması ve BL temalı olduğunu biliyordum. 50 bölüm gözümde çok büyüdüğü için sürekli erteledim ve itiraf etmek gerekirse Çince kulağıma önceden pek hoş gelmediği için ön yargılarım vardı. Fakat diziyi bitirdikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki ön yargılarım aslında gereksizmiş. Diziye başlarken 50 bölümü gözünde büyüten ben, 10 bölümü izledikten sonra keşke dizi daha uzun olsaymış demeye başladım, hatta son bölümü izlerken 50 bölümlük birkaç sezon olmasını istedim ve bence daha uzun olsaymış da olurmuş çünkü Bulut Kovuğu'nda aldıkları eğitimi bile ayrı bir dizi olarak izleyebilirdim.  Diziyi hiç duymayanlar için kısaca konusundan bahsedeyim önc

The Flower of Evil Dizi Yorumu

Herkese merhaba, The Flower of Evil'ı yeni bitirdim ve bitirir bitirmez hemen yorumunu yazmak istedim çünkü inanılmaz iyiydi ve izlerken her bölümünden ayrı keyif aldım. Bilmeyenler için dizinin konusunu ve merak edenler için tanıtımını  aşağı bırakıyorum ve sonrasında spoiler içeren yorumuma geçiyorum. Dizi, karanlık geçmişini gizleyen ve başka birinin kimliği altında yaşayan bir adam ( Lee Joon-Gi ) ile o adamın (kocasının) peşine düşen bir dedektifin ( Moon Chae-Won ) etrafında dönmektedir. Öncelikle diziye başlama sebebim dizi hakkında okuduğum iyi yorumlar, Lee Joon-Gi'nin oyunculuğu ve dizideki kızıyla paylaştığı fotoğrafları görmem oldu. Başlarken çok yüksek beklentilerim yoktu fakat dizi daha ilk bölümünden bile merak uyandırdı ve beni içine çekmeyi başardı. Kore dizileri izlemeye karantina döneminde başladım ve açıkçası çok fazla ön yargım vardı, çoğu insan gibi ben de İngiliz ve Amerikan dizileri izlemeye alışık olduğumdan bir Kore dizisi izlemek hiç de cazip gelmiyor

Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri // Kitap Yorumu

 Herkese merhaba, Aslına bakılırsa bu yazıyı uzun bir süredir yazmayı planlıyor olduğum halde nasıl yazacağımı bir türlü tasarlayamadığım için erteliyordum. Şiir tutkunu olduğumu söyleyemem, fakat hoşuma giden şiirleri ve sevdiğim yazarların derlemelerini okumayı severim. Edgar Allan Poe kullandığı imgeler ve kafanızda çizdiği soyut resimlerle okumaktan keyif aldığım yazarlardan birisi. Bu nedenle daha kitabın kapağını açarken bile beni içine çeken dünyanın hoşuma gideceğinden emindim. Şiirler hakkındaki yorumuma geçmeden önce İthaki Yayınları'ndan çıkan derlemeyi okudum ve çevirisinin çok başarılı olduğunu söyleyemem açıkçası. Elbette çeviri yapmak, özellikle de şiir çevirisi yapmak oldukça zor bir iş, ama yine de çok daha iyi olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. Neyse ki bir tarafta orijinal dil, diğer tarafta çeviri olacak şekilde basmışlar, bu yüzden de çok problem olmadı.  Şiirlerin hepsini eşit derecede sevdiğimi söyleyemem tabii ki, içlerinde hoşuma gitmeyen şiirler de oldu