Merhaba!
Yoruma başlamadan önce hemen belirtmeliyim ki bu aslında benim için bir tür deneme yazısı olacak. Doğruyu söylemek gerekirse pek oyun oynayan birisi değilim, hatta hiç oyun oynayan birisi değilim desem daha doğru olur sanırım. Bugüne dek oynadığım oyunların sayısı muhtemelen bir elin parmağını geçmez, yine de ilgimi çeken şeyler gördüğüm zaman denemek istiyorum -her ne kadar oyun oynamakta pek iyi sayılmasam da.
Beni Sayonara Wild Hearts'ı oynamaya iten şey ilk başta ismi (Banana Fish'ten dolayı "sayonara" travmam hâlâ devam etse de), sonra da afişindeki renkler oldu galiba. Ne oyunla ne de konusuyla ilgili pek bir bilgim yoktu. Yine de biraz bakındıktan sonra şans verilebilir diye düşündüm. Hem böylece bir bakıma kendimi arada ilgimi çeken oyunları denemeye teşvik etmiş oldum.
Çok kısaca bahsetmek gerekirse Sayonara Wild Hearts aslında kalbi kırık birinin iyileşme yolculuğu hakkında, oyunun her bölümünde farklı bir şarkı ve tema var. Bölümler isimlerini şarkılardan alıyor, şarkıların etrafında şekillenen her konseptte kalp kırıklığından iyileşmeye giden yolun bir evresini anlatmışlar gibi. Benim favorim "The World We Knew" şarkısı oldu; ama hakkını vermek gerek, oyunun genel anlamda müzikleri inanılmaz başarılı, Spotify'da albümünü defalarca baştan dinledim.
Oyunun başında bir odada uyandıktan sonra bir yolculuğa çıkıyoruz ve bu yolculuk bir tür uyuşturucunun etkisinde, alternatif bir gerçeklikte geçiyor gibi yansıtılmış. Zaten kullanılan renkler inanılmaz başarılı, oyunun ilgimi çekmesinin en büyük nedenlerinden birisi de buydu. Başka renklerle hayal edemiyorum oyunu hatta; renklerin uyumuna, yansıttıklarına ve verdikleri duyguya bayıldım. Bölümler çok dinamik ve bazen o kadar hızlı ki ben yetişmekte çok zorlandım, ilk seferde her bölümde derece yapan varsa tebrik etmek isterim. Bölümün başında kaykayla giderken kendinizi aniden motosiklet üzerinde, sonra birden bembeyaz bit geyikle koşarken, sonra ansızın arabayla son hız giderken, daha sonra ise elinizle bir kılıçla dans edip savaşırken bulabiliyorsunuz. Her taraftan bir şey çıktığı için aşırı hareketli bölümlerde birçok kez baştan başlamak zorunda kaldım... Özellikle de paralel evren bölümü o kadar karmaşıktı ki etraf bir döngü halinde durmadan değiştiği için pes edip mecburen biraz atladım. Zaten oyunda çok fazla tekrarlamak durumunda kaldığınızda dileğinizi gerçekleştirmek isteyen birisi geliyor ve isterseniz o kısmı atlıyorsunuz. Aksi takdirde oyun eğlendirmekten çok baş ağrısı ve sinir krizi eşliğinde pek de hoş olmayan bir döngüye girebilirdi.
Dediğim gibi oyunun müzikleri oldukça başarılı, hatta Clair De Lune'un oyun için yeni bir versiyonunu bile yapmışlar ve klasik müziklerin uyarlama versiyonlarını pek beğenen biri olmamama rağmen bayıldım. Müzikleri görsellikle birleştirip sundukları konsept de oldukça iyiydi. Bölümlerin kendi içindeki dinamiği, geçişleri, hikayesi ve metaforları güzeldi. Zaten her bölümde altın derece almak gibi bir amacınız yoksa oyun fazla uzun da sürmüyor, aşağı yukarı iki saate rahatça bitirilebilecek bir oyun, tabii arada takıldığınız yerleri atladığınız ve her bölümde derece yapmaya çalışmadığınızı varsayarsak. Ben yalnızca görselliğin ve müziğin tadını çıkarmaya odaklandığım için yaklaşık dediğim kadar sürdü.
Atmosferi son derece özgün ve göz alıcıydı, daha oyunu başlatır başlatmaz kendimi farklı bir gerçeklikte bir yolculuğa çıkmışım gibi hissettim. Hatta belirttiğim gibi oyun oynamakla pek arası olan biri olmadığım için oyunun temposu zaman zaman biraz başımı döndürdü, ancak belki de renk geçişleri ve dinamik konseptle yaratmaya çalıştıkları etki budur zaten. Ayrıca peri masalından fırlamış gibi görünen beyaz geyiğe ve oyun kartlarına da bayıldım; geyiğin, mor ormanın ve pembe dalların güzelliği beni büyüledi.
Kendinizi Harikalar Diyarı'nı andıran mor ve pembe atmosfere kaptırıp önünüze çıkan kalpleri, değerli taşları toplamaya ve kırık bir kalbi onarmaya çalışırken neler olduğunu bile anlamadan birden son bölümde buluyorsunuz ve başladığınız odaya geri dönüyorsunuz. En başında söylediğim üzere oyunlarla fazla içli dışlı olmayan birisi olarak benim bir oyundan beklentim beni alıp başka bir dünyaya götürmesi ve orada keyifli vakit geçirmemi sağlaması; oyun oynarken iyi bir skor yapmaktan çok buna odaklanıyorum. Hayır, tabii ki bunun berbat bir oyuncu olduğum için oyunu hep kötü bir skorla kapatmamla bir ilgisi yok.
Bu nedenle Sayonara Wild Hearts benim oldukça başarılı bulduğum, keyif aldığım ve dönüp tekrar oynamak isteyeceğim bir oyundu. Aynı zamanda hem kendim hem de bu blog için bir farklılık olmuş oldu, bundan sonra hoşuma giden indie oyunlar bulmaya ve elimden geldiğinde bu blog'da yorumlamaya çalışacağım. İlk oyun incelemesini de Sayonara Wild Hearts gibi benden tam puan alan bir oyunla yaptığım için mutluyum, beni devam etmem için teşvik etti çünkü normalde oyunlardan çabuk sıkılabiliyorum. *Ama yine de şey, sonuçta içinde indie olduğu sürece ben de varım...*
Eğer birkaç saatinizi mor, mavi, beyaz ve pembenin hakim olduğu büyülü bir boyutta geçirmek, beyaz geyiklerle koşmak ve vahşi kalplere veda etmek istiyor, fakat nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız belki de artık biliyorsunuzdur.
Her ne kadar arada gecilmeyen bölümleri, 4845949 kez baştan başlamak zorunda kaldığım yerleri ve sanki Flash'mışım gibi bir hızla gidilmesi gereken yerler olsa da de kesinlikle keyifli vakit geçirten bir oyun. Özellikle atmosferi, müzikleri o kadar güzeldi ki... İki saatlik büyülü bir yolculuğa çıkmışım gibi hissettirdi🥰 Arada sinirlenip ekranı parçalama isteği uyandırsa da kesinlikle değecek bir oyun asla pişman olmuyorsunuz. Oyun oynamaya ilgisi olmayan insanlara bile hitap edecek düzeyde!!!!
YanıtlaSil