Ana içeriğe atla

Banana Fish Anime Yorumu

Herkese merhaba!

Banana Fish'i bitireli neredeyse bir ay olacak olmasına rağmen yorum yazmaya bir türlü kendimi ikna edemedim çünkü hala Ash ve Eiji'nin hikayesi hakkında konuşmak beni çok üzüyor... Daha ilk cümleden anlayacağınız üzere spoiler dolu bir yorum olacak, bu yüzden eğer izlemediyseniz ve spoiler almayı sevmiyorsanız okumanızı tavsiye etmiyorum.

Banana Fish sürekli duyduğum için listeme aldığım, fakat bir şekilde sürekli izlemeyi ertelediğim bir animeydi. Sonunda bir gün ne olduysa hiç planlamadığım bir şekilde izlemeye başladım ve beni bu kadar etkilemesini asla beklemiyordum. Ayrıca blog'un ilk anime yorumu olacağı için ayrı bir mutluluk duyduğumu da belirtmeden geçemeyeceğim. 
İlk bölümde olayı pek anlamadım çünkü çok dikkatli izlemedim açıkçası, kulağa biraz garip geldiğinin farkındayım, ama çizimleri de biraz farklı geldiği için gözümün alışması biraz zaman aldı. 
Karakterlere geçmeden önce hikayeden kısaca bahsetmek istiyorum. Banana Fish bir manga uyarlaması ve mangası 1985-1994 yılları arasında yayımlanmış olsa da animesi henüz çok yeni, 2018 yılında çıkmış. Anime toplamda 24 bölümden oluşuyor, Banana Fish ismi de animede birkaç kez adı geçen Salinger'ın "Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün" öyküsünden geliyor. J.D. Salinger'ın yazım tarzına ve öykülerine bayılan birisi olarak adının daha ilk geçtiği yerde bile iyi bir şeyler izleyeceğimi az çok tahmin ediyordum. Fakat Banana Fish animede elbette muz balığı değil, çok tehlikeli ve kitleleri imha edebilecek bir uyuşturucu. 
Hikayenin çok büyük bir kısmı New York'ta geçiyor, ancak bize müthiş bir Amerikan rüyasını değil, görmek istemediğimiz çok korkunç gerçekleri sunuyor. Hikayemizin esas kahramanı Ash Lynx, tam ismiyle Aslan Jade Callenreese, 17 yaşında bir çocuk ve her ne kadar yeşil gözleri ve sarı saçlarıyla bir model gibi görünse de kendisi aslında sokaklarda büyümüş bir çete lideri. Çok küçük yaşlarda Papa Dino olarak da bilinen Golzine isimli bir mafya babasının eline düşüp defalarca cinsel istismara uğruyor ve politikacılara, iş adamlarına ve nüfuzlu kişilere pazarlanıyor. Ash'in hikayesi o kadar ağır ve izlemesi zor ki normalde çok akıcı bir işlenişi olmasına rağmen ben günde en fazla iki bölüm izleyebildim çünkü dediğim gibi izlerken yalnızca 17 yaşında küçük bir çocuğun katlanmak zorunda kaldıklarını görünce çok etkileniyorsunuz.

İnsanlar onun "canavar" olduğunu düşünüyor, ama elbette biz onun içinde sakladığı asıl kişiliğini ancak Eiji Okumura'yla tanıştıktan sonra görüyoruz. Hatta kendisi bir çete lideri olduğu için insanların ondan ödü kopuyor ve Eiji ne yaparsa yapsın asla sinirlenip tepki göstermemesine çok şaşırıyorlar. Eiji Okumura 19 yaşında ve Japonya'dan Amerika'ya asistan olarak gelen sıradan bir genç, her ne kadar teorik olarak Ash'ten büyük olsa da kendisinin de birkaç kez dediği gibi koruma görevini hep Ash üstleniyor. Geçmişinde profesyonel bir sporcu olsa da yaşadığı sakatlık nedeniyle sporcu kariyerine son vermek zorunda kalıyor, fakat çok kritik bir noktada yetenekleri ona kaçmak için bir fırsat sağlıyor. Tıpkı Ash gibi Eiji'nin de hikayesi tanışmalarından sonra tamamen değişiyor. İkisi de çok zıt karakterli insanlar olmalarına rağmen bir şekilde çok büyük bir bağ kuruyorlar ve kurdukları bu bağ hayatlarını iyi ve kötü olmak üzere pek çok açıdan etkiliyor.
Hikayenin bir de esas kötü adamı var tabii, az önce de bahsettiğim Dino Golzine aklınıza gelebilecek her türlü pisliğe karışmış bir mafya babası. Banana Fish'i üretip pazarlamak ve bunun üzerinden kar sağlamak istiyor ve bu amacını gerçekleştirmek için de insanların üzerinde deney yapmaya varana kadar hiçbir şeyden çekinmiyor. Aynı zamanda elinden kaçıp giden Ash'i yakalama peşinde çünkü onu en çok yatırım yaptığı ve en değerli "malı" olarak görüyor. Banana Fish sayesinde bugüne dek en nefret ettiğim karakterler listesi yapmam gerekse artık kimi kesinlikle ekleyeceğimi biliyorum. İzlerken o kadar sinirleriniz bozuluyor ki başına çok kötü şeyler gelmesini istiyorsunuz, ancak bir şekilde her şeyden sıyrılmayı başardığında gerçek hayatın da tam olarak bu şekilde işlediğini düşünüp iyice sinir oluyorsunuz.
Ash bu uyuşturucunun varlığından haberdar olmasıyla dehşet verici bir gerçekle daha yüzleşmek zorunda kalıyor ve abisinin Banana Fish'in insanlar üzerindeki deneylerinden birinin kurbanı olduğunu öğreniyor. Golzine'den nefret etmek için zaten yeterince nedeni olan Ash bir de bu gerçekle yüzleşince onu bitirmeye karar veriyor. 

Elbette Papa Dino her yere kolu uzanan tehlikeli bir mafya babası olduğu için onunla baş etmesi hiç de kolay olmuyor, ama Ash de sıradan 17 yaşında bir ergenden çok daha fazlası. Küçük yaşından beri maruz bırakıldığı sayısız travma nedeniyle yaşının çok daha ötesinde bir olgunluğa sahip, normal insanların yıllarca etkisinde kalacağı şeyleri üzerinde çok düşünmeden çabucak aşabiliyor -ya da en azından aşmış gibi gözükmeyi başarıyor- ve üstelik kendisi gerçek anlamda bir dahi. IQ seviyesi normalin çok üzerinde, bu nedenle de Papa Dino gibi nüfuzlu bir mafya lideri bile kendisiyle savaşmayı ciddiye alıyor çünkü Ash'in yapabileceklerinin farkında.
Animede çok sayıda karakter var ve karakterler her anlamda birbirinden çok farklı. Amerikalılardan tutun Avrupalılara, Asyalılara ve siyahilere kadar birçok farklı etnik kökenden insan var hikayede, bu açıdan size birçok değişik insanın bakış açısından bakma fırsatı sunuyor. 

Tüm karakterlere tek tek değinmem pek mümkün olmasa da daha ilk bölümlerden Ash'in travmalarının üzerine yenilerini ekleyerek ölen Skip ve Shorter izleyicide de derin izler bırakıyor. Yut-Lung sinirlerinizi zıplatırken Blanca sizi ikilemde bırakıyor.

İzlerken zaman zaman Ash'in yalnızca 17 yaşında bir çocuk olduğunu unutmak dahi istiyorsunuz çünkü yüzlerce kez istismara uğruyor, fiziksel ve sözlü şiddete maruz kalıyor, sevdiklerini yitiriyor, hapse giriyor, defalarca kez ölümle yüzleşiyor ve birilerinin kuklası ve oyuncağı olarak yaşamamak için direniyor. Ash'in sert görüntüsüne ve çizmeye çalıştığı sarsılmaz karaktere rağmen derinlerde ne kadar hassas ve kırılgan olduğu, aslında sevgiye muhtaç küçük bir çocuktan fazlası olmadığı ve asla büyümesine fırsat tanınmadığı o kadar iyi yansıtılmış ki çektiği işkenceleri hissediyor ve Eiji gibi siz de ağlarken gidip ona sarılmak ve her şeyin iyi olacağını söylemek istiyorsunuz.
Bu arada Ash demişken Salinger detayı gibi dikkatimi çeken bir diğer detay da animeyi bitirdikten sonra öğrendiğim ufak bir bilgi oldu. Manganın yazarı, Ash Lynx karakterini River Phoenix'ten esinlenerek oluşturmuş. River Phoenix benim çok sevdiğim ve kendime idol olarak aldığım aktörlerden birisi, manga ilk yayınlanmaya başladığı sırada hala hayatta olsa da nihayetinde çok genç bir yaşta tıpkı Ash gibi trajik bir sonla hayata veda etmesi benim için hikayeyi mümkünmüş gibi biraz daha hüzünlü hale getirdi. 

Trajik sona gelmeden önce iki ana karaktere değinmek istiyorum. Olay örgüsünün geneli anlayacağınız şekilde Ash'in Golzine'den intikam almaya karar vermesi üzerine işlerin iyice karışmasıyla başlıyor, durmadan bir kovalamaca söz konusu. Fakat animeyi bu kadar gerçekçi ve sürükleyici kılan şey olay örgüsünün merak uyandırıcı ve akıcı olmasının yanı sıra iki ana karakterin hikaye boyunca geçirdikleri değişim ve kurdukları bağ.

Ash hayatı boyunca hiçbir zaman bir yere ait hissedip, sevilip normal bir hayat yaşamadığı için dolayısıyla çok hırçın ve sert bir karakter. Hayatı hep çok uçlarda yaşamış, hatta bu yüzden de Eiji'yi de kendi hayatına çekip mahvetmek istemiyor. Onun dünyasında Eiji'ye yer olmadığını düşünüyor, ancak buna rağmen ondan bir türlü uzak da duramıyor çünkü Eiji tüm hayatı boyunca karşılığında bir şeyler beklemeden onu seven, dinleyen ve ona yardım eli uzatan ilk ve tek insan. Tabii Eiji'ye bu kadar bağlanmak Ash'in zaaflara yer olmayan dünyasında onun için pek çok problemi de beraberinde getiriyor. Sırf Eiji'ye bir şey olmasın diye silahı direkt alıp kendi kafasına dayayan bir karakterden bahsediyoruz sonuçta, hayatına değer vermediği için kendi hayatı için bir kez bile yalvarmamasına rağmen Eiji için yapmayacağı şey yok. 
Diğer yandan Eiji ona kıyasla sevgisini basit yollarla daha fazla belli edebilen birisi olmasına rağmen kritik noktalarda böyle ekstrem şeylere alışkın olmadığı için geri adım atabiliyor. Mesela Ash Eiji için gözünü kırpmadan her şeyi yapabilecekken, birini öldürmek ya da yaralamak söz konusu olduğunda Eiji tereddüt ediyor. Kimileri bunu çokça eleştirse de bana göre Eiji'nin çekingenliği ve ürkekliği iki farklı geçmişe sahip karakterin bize başarılı bir şekilde aktarılmasıydı. İnsan ilişkilerinde her karakterin aynı ve eşit seviyede tepki vermesini bekleyemeyiz, Ash ve Eiji çok farklı hayatlar yaşamış ve çok başka geçmişlere sahip karakterler sonuçta. Hikaye ilerledikçe Ash giderek uysal ve evcil birine dönüşürken Eiji de tam tersi daha korkusuz ve fedakar biri haline geliyor, bir bakıma birbirine çok uzak iki karakter kendi uç noktalarından çıkıp ortak bir noktaya doğru yürüyorlar.
İzleyicilerin bunun dışında eleştirdiği iki temel nokta daha var, onlara da kısaca değinmek istiyorum. Bunlardan ilki serinin aslında propaganda yapıyor olması: Eiji Ash'i Japonya'ya gelmesi için ikna etmeye çalışıyor ve ona Japonya'da kendini korumak için silahlara ihtiyaç duymayacağını, böyle diken üstünde yaşamak zorunda kalmayacağını söylüyor. Ona daha sakin ve yaşanılabilir bir hayat vaadi veriyor. Düşündüğünüzde evet, bu bir bakıma propaganda, sonuçta ortada şiddeti Amerika'yla ve huzuru da Japonya'yla bağdaştırma söz konusu. Fakat ben bunu aynı zamanda Ash'in geçmişinden kaçması olarak da düşünüyorum, sonuçta doğup büyüdüğü ve tüm bunlara maruz kaldığı bir yer var, Japonya'ya gitmesi de yeni bir sayfa açmak demek. Yani geçmişini geride bırakarak hayata tekrar başlayabilir, bu durumda Japonya ya da herhangi bir yer onun için yeni umutları ve başlangıçları sembolize ediyor.

Tepki alan diğer bir konu da seride eşcinselliğin pedofiliyle eş tutuluyor gibi gösterilmesi. Ash ve Eiji hikaye boyunca tam olarak romantik bir ilişki yaşamıyorlar ve hisleri daha çok seyircinin yorumuna bırakılıyor. Elbette aralarındaki bağın çok sıkı bir dostluk olduğunu düşünenler de var. Şahsen ben aralarındaki bağın bundan çok daha güçlü olduğunu ve özellikle de Ash'in Eiji'ye aşık olduğunu düşünenlerdenim. Peki ortada böyle romantik bir durum söz konusuyken neden insanlar animenin eşcinselliği yanlış yansıttığını düşünüyor? Bu sorunun cevabına gelince seride çok fazla homoseksüel ilişki var, fakat bunların neredeyse tamamı çocuk istismarını içeriyor; bu yüzden de bazıları bu noktada problematik bir durumun ortaya çıktığını düşünüyor. Aynı şekilde bu da bakış açınıza göre değişebilecek bir durum çünkü ortada direkt bir ima ya da karalama yok. 

Ash ve Eiji'nin hiçbir zaman tam olarak romantik bir ilişki yaşamamış olmasının sebebi de birlikte oldukları zaman dilimi içerisinde ikisinin de hayatında buna yer olmaması ve tabii ki Ash gibi yıllarca istismara uğramış 17 yaşındaki bir çocuğun hem duygusal hem de fiziksel açıdan kendini buna tam olarak hazır hissetmesinin çok zor olması. Bana kalırsa aralarındaki ilişki çok başarılı bir şekilde yansıtılmış, Eiji Ash'in ilgiye, sevgiye ve ait olabileceği bir yere ihtiyacı olduğunu bildiğinden onun evi gibi davranıyor. Onu dinlemek istemesiyle, hazırladığı yemeklerle ve kendince koruyup kollamasıyla destek olup yanında olduğunu hissettiriyor.
Son olarak tabii ki beni hüngür hüngür ağlatan, üzerine konuştuğumda bile hala boğazımı düğümleyen sonuna değinmek istiyorum. Yirmi dört bölüm boyunca izlediklerinizi hazmedemeyerek bir oturup bir kalkarken sonunda her şey  yoluna giriyormuş gibi oluyor ve son dakikalarda her şey o kadar normal ilerliyor ki ben bile spoiler yemiş olmama rağmen yanlış okuduğumu düşünüp umutlanmıştım. Nihayet Golzine ve diğerleri hak ettiği sonu buluyor; Ash sonunda ölmek değil, insan gibi yaşamak istediğine karar veriyor. Eiji de Japonya'ya dönmek üzere ve Ash'e bir mektup yazıp yolluyor çünkü her ne kadar onu kendiyle birlikte götürmek istese de Ash kendinin Eiji'nin hayatında hep bir engel olacağını düşündüğü için geri duruyor. Geçmişinin peşini bırakmayacağını biliyor ve Eiji'yi de kendisiyle birlikte yok etmek istemiyor.

Zaten mektup okunurken ağlamaya başlıyorsunuz, bu yetmezmiş gibi üstüne zarfın içinden bir de Japonya bileti çıkıyor. Ash'in havaalanına heyecanla koşmasını izlerken hiç beklenmedik şekilde Ash ansızın bıçaklanıyor. Açıkçası ben sadece ikisinden birinin öleceğini okumuştum ve hangisi olduğunu hatırlamıyordum. Sonlara doğru Ash'in bir çatışmada öleceğini düşünmeye başlamışken her şeyin yoluna girmesi ve tam da hayatında ilk kez rahat bir nefes alıp yaşamaya karar verdiği sırada işlerin böyle sarpa sarması o kadar dokunaklıydı ki son dakikaları zar zor izledim. Sahiden de bir çatışmada ölse galiba bu kadar trajik olmazdı çünkü bu ihtimal beklendik ve tahmin edilebilirdi.
Ash, Eiji'yle birlikte gittikleri kütüphanenin yolunu tutarak orada sessizce bir masaya oturup Eiji'nin mektubunu okuyor. Bu esnada zaten Eiji hastanede düşünürken "sana sayonara kelimesini hiç öğretmemeliydim" dediği sırada ağlamaya başlamış olan ben ekranı zar zor görüyorum... 

Eiji onun gelmesini bekliyor, fakat yalnızca Ash'in yolladığı çocukların birinden iyi dileklerini duyuyor ve uçağa biniyor. Uçak kalkıp Amerika yavaşça uzaklaşırken Eiji içinden Ash'e veda konuşmasını yapıyor ve Ash hayatında ilk kez ona sevginin ve şefkatin ne demek olduğunu öğreten insanın mektubunun üzerinde sessizce ölüp gidiyor. Kütüphane görevlisi onu uyandırmaya çalışıp hiçbir tepki alamayınca "çok güzel bir rüya görüyor olmalı" diyerek yavaşça uzaklaşıyor ve anime de bu şekilde bitiyor. 

İlk izlerken detayları fark etmek çok zor çünkü o an gerçekten başka bir şey düşünemiyorsunuz. Ama Ash'in buz gibi  ve acımasız hayatında ona sıcaklıkla yaklaşan ilk ve tek insanın mektubuna yanağını yaslayarak ölmesi, ölmeden önce o an uçakta olan Eiji'yi görmek ister gibi kafasını kaldırıp havaya bakması, o öldüğü sırada Eiji uçakta kendi kendine konuşurken "sahip olabileceğim en iyi arkadaşsın" dediği esnada gün batımını göstermeleri o kadar ince işlenmiş detaylardı ki... 

Eiji isminin anlamını sorduğunda Ash, "Jade" isminin yeşim ve "Aslan" isminin "şafak vakti" anlamına geldiğini söylüyor çünkü şafak vaktinde doğduğu için annesi ona bu ismi koymuş. Ash öldüğü sırada da günbatımını görüyoruz; şafak vaktinde doğan ve hayatı boyunca asla aradığı huzuru bulamayan küçük bir çocuğun kısacık ömrü günbatımında, onun için yazılan belki de ilk ve tek mektubun üzerinde "huzurla uyurken" bitiyor.
Hepimiz hayal ettikleri gibi Japonya'ya gitmelerini, Eiji'nin Ash'i en sevdiği yerlere götürüp etrafı göstermesini, sevmediği Japon yemeklerini sevdirmeye çalışmasını, onun Japoncasıyla dalga geçmesini ve mutlu olmalarını bekliyor olsak da anime trajik sonuyla bize gerçekçi bir bakış açısı sunuyor.

Yazdıkça daha fazla yazmak istememe rağmen yorumu burada animenin bitişinde çalan iki şarkıyla noktalıyorum. Dinlemek isteyenler için linkleri hemen aşağıya bırakacağım. Banana Fish her şeyiyle bana çok fazla duygu hissettiren ve çok şey katan bir anime oldu ve sanırım bir daha hiçbir zaman "sayonara" kelimesini Ash ve Eiji'den ayrı düşünemeyeceğim.

"Sayonara, Amerika. Sayonara, New York. Fakat sana 'sayonara' demiyorum, Ash. Ne kadar uzakta olursak olalım yeniden karşılaşacağımızı biliyorum. Sahip olabileceğim en iyi arkadaşsın." 



Yorumlar

  1. Yaa ne kadar güzel yazmışsın😭😭❤❤ Dünyanın en kötü dizisi/filmi olsa da senin yorumunu okuduktan sonra izlemek istememek mümkün değil. İyi ki blog hesabı açmışsın. Bir sonraki yazını bekliyorumm🥺💜

    YanıtlaSil
  2. Akşam olduğu içi yarıya kadar eldim ama seninle aynı düşüncedeyim .Eline sağlık. Çalışmalarının devamını dilerim .

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popular Posts

The Untamed Dizi Yorumu

Herkese merhaba! Yıl sonunu çok sevdiğim bir diziden bahsederek kapatmak ve herkese mutlu yıllar dilemek istedim. The Untamed bir süredir izlemek istediğim ancak bölüm sayısı fazla olduğu ve daha önce herhangi bir Çin yapımı izlemediğim için sürekli ertelediğim bir diziydi. Dizinin konusu hakkında hiçbir fikrim yoktu, sadece bir novel uyarlaması ve BL temalı olduğunu biliyordum. 50 bölüm gözümde çok büyüdüğü için sürekli erteledim ve itiraf etmek gerekirse Çince kulağıma önceden pek hoş gelmediği için ön yargılarım vardı. Fakat diziyi bitirdikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki ön yargılarım aslında gereksizmiş. Diziye başlarken 50 bölümü gözünde büyüten ben, 10 bölümü izledikten sonra keşke dizi daha uzun olsaymış demeye başladım, hatta son bölümü izlerken 50 bölümlük birkaç sezon olmasını istedim ve bence daha uzun olsaymış da olurmuş çünkü Bulut Kovuğu'nda aldıkları eğitimi bile ayrı bir dizi olarak izleyebilirdim.  Diziyi hiç duymayanlar için kısaca konusundan bahsedeyim önc

The Flower of Evil Dizi Yorumu

Herkese merhaba, The Flower of Evil'ı yeni bitirdim ve bitirir bitirmez hemen yorumunu yazmak istedim çünkü inanılmaz iyiydi ve izlerken her bölümünden ayrı keyif aldım. Bilmeyenler için dizinin konusunu ve merak edenler için tanıtımını  aşağı bırakıyorum ve sonrasında spoiler içeren yorumuma geçiyorum. Dizi, karanlık geçmişini gizleyen ve başka birinin kimliği altında yaşayan bir adam ( Lee Joon-Gi ) ile o adamın (kocasının) peşine düşen bir dedektifin ( Moon Chae-Won ) etrafında dönmektedir. Öncelikle diziye başlama sebebim dizi hakkında okuduğum iyi yorumlar, Lee Joon-Gi'nin oyunculuğu ve dizideki kızıyla paylaştığı fotoğrafları görmem oldu. Başlarken çok yüksek beklentilerim yoktu fakat dizi daha ilk bölümünden bile merak uyandırdı ve beni içine çekmeyi başardı. Kore dizileri izlemeye karantina döneminde başladım ve açıkçası çok fazla ön yargım vardı, çoğu insan gibi ben de İngiliz ve Amerikan dizileri izlemeye alışık olduğumdan bir Kore dizisi izlemek hiç de cazip gelmiyor

Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri // Kitap Yorumu

 Herkese merhaba, Aslına bakılırsa bu yazıyı uzun bir süredir yazmayı planlıyor olduğum halde nasıl yazacağımı bir türlü tasarlayamadığım için erteliyordum. Şiir tutkunu olduğumu söyleyemem, fakat hoşuma giden şiirleri ve sevdiğim yazarların derlemelerini okumayı severim. Edgar Allan Poe kullandığı imgeler ve kafanızda çizdiği soyut resimlerle okumaktan keyif aldığım yazarlardan birisi. Bu nedenle daha kitabın kapağını açarken bile beni içine çeken dünyanın hoşuma gideceğinden emindim. Şiirler hakkındaki yorumuma geçmeden önce İthaki Yayınları'ndan çıkan derlemeyi okudum ve çevirisinin çok başarılı olduğunu söyleyemem açıkçası. Elbette çeviri yapmak, özellikle de şiir çevirisi yapmak oldukça zor bir iş, ama yine de çok daha iyi olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. Neyse ki bir tarafta orijinal dil, diğer tarafta çeviri olacak şekilde basmışlar, bu yüzden de çok problem olmadı.  Şiirlerin hepsini eşit derecede sevdiğimi söyleyemem tabii ki, içlerinde hoşuma gitmeyen şiirler de oldu