Ana içeriğe atla

Ürperti / The Wolves of Mercy Falls Serisi Kitap Yorumu #1



Yeniden merhaba,
Bir hafta aradan sonra ilk yazımı yazmaya karar verdim. Kitap okurken çok uzun süre klasik okuduktan sonra arada çerezlik kitaplar/seriler okumak bazen cidden iyi olabiliyor, tabii bu süreçte arada vakit kaybı kitaplara rastlamak da mümkün. Maggie Stiefvater'ın The Wolves of Mercy Falls serisinin birinci kitabı olan Ürperti (orijinal adıyla Shiver) bana iki hissi de yaşatan bir kitap oldu. Yorum kısmında bol bol spoiler olacak fakat öncelikle fikir vermesi açısından konusunu kısaca özetlemek istiyorum. Ana karakterimiz Grace 17 yaşında bir lise öğrencisidir, küçük yaşta uğradığı bir kurt saldırısından Sam isimli bir kurt tarafından kurtarılması üzerine hayatı biraz değişir. Tabii onu kurtaran kurt adamımız da esas çocuk oluyor, Sam 18 yaşında bir kurt adam ve hikaye ikisinin bakış açısıyla dönüşümlü olarak yazılmış.



Öncelikle belirtmem gerekiyor ki uzun süredir bildiğim bir seri olmasına rağmen özellikle alıp okumak istediğim bir kitap serisi değildi fakat seriyi epey uygun fiyata bulunca bir şans vermek istedim. Ben kitapları birden fazla karakterin bakış açısından okumaktan pek hoşlanmıyorum açıkçası ve bana kalırsa kitapta bununla ilgili ciddi bir problem vardı. Grace'in bakış açısıyla okurken hissettikleriniz ve Sam'in bakış açısından okurken hissettikleriniz arasında pek bir fark yok, hatta zaman zaman kimin bakış açısından okuduğumu karıştırıp kontrol ettiğim bile oldu. Sam'in gözüyle olayları okurken hiç 18 yaşında ergen bir çocuğun gözünden okuyormuş gibi hissedemiyorsunuz, hatta bazen otuzlu yaşlarının sonundaki bir kadının gözünden okuyormuşum gibi hissettim. Bunun yanında iyi yönünden bahsetmem gerekirse bölüm başlarındaki hava sıcaklığı detayını sevdim, yazar kurt adamlık olayını biraz daha farklı açıdan ele almış. Hava soğuduğunda kurt formuna, ısındığında ise insan formuna dönüşüyorlar; ancak bir süre sonra hava sıcaklığından bağımsız olarak kurt formunda sıkışıp kalıyorlar ve ömürleri de yaklaşık 50 yıl civarında. Çok beğendiğim bir fikir olmadı açıkçası ama değişik bir yorum olduğundan ilginç buldum.


Karakterlerden söz etmişken önce onlardan bahsedeyim o halde. Dediğim gibi iki ana karakterimiz Grace ve Sam, onların dışındaki karakterlere çok detaylı olarak değinilmemiş zaten. Grace'i biraz özensiz yazılmış bir karakter olarak buldum, açıkçası kitabı okurken özellikle sevdiğim veya nefret ettiğim bir davranışı ya da düşüncesi olmadı. Kitabın Sam'in gözünden okuduğum bölümlerindense Grace'in bakış açısıyla okuduğum kısımlarını daha çok sevdim. Bir de Grace kafamda Eliza Taylor olarak canlandı, ama bunun nedeni tamamen Sam karakterinin fiziksel tasvirinden dolayı kafamda otomatik olarak Bobby Morley'i çağrıştırması oldu. Bu tarz kitaplarda genelde ana kadın karakter inanılmaz derecede aptal, sakar, sinir bozucu veya muhtaç olur fakat Grace tamamen bu şekilde yansıtılmamıştı, tam tersi zeki veya sevilesi bir karakter olduğunu düşünmesem de bu detay hoşuma gitti. 

Sam karakteri açıkçası benim için hiç altı çizilebilecek bir karakter değildi. Fantastik serilerde erkek karakterin aşırı derecede korumacı, şefkatli ve düşünceli olması zaten alışılageldik bir şey, bunun da hatta Edward Cullen karakteriyle başlayan bir sendrom olduğunu söyleyenler ve Sam karakterini de Edward'a benzetenler olmuş fakat Sam karakteri Edward'ın aksine aşırı derecede silik bir karakterdi bana kalırsa. Durmadan kafasında içinde bulunduğu durum hakkında şarkı veya şiir yazmaya çalışması da bir süre sonra göz devirmeme neden oldu. Yani öyle kritik anlarda kafasında şarkı yazmaya başlıyor ki açıkçası gerçekçi gelmedi hatta sinirimi bozdu. 

Bunun dışında kitapta tabii ki geveze en yakın arkadaş rolünü üstlenen Rachel, grubun sessiz ve sinir bozucu kızını oynayan Olivia, Sam'in kurt sürüsünden Beck, Paul gibi karakterler de vardı ancak yazar onlar hakkında yazabileceğimiz kadar bir detay bile vermemiş doğru düzgün. Benim en sevdiğim karakterlerden biri bana Cheryl Blossom'ı çağrıştıran tavırlarıyla Isabel oldu, kitapta daha fazla sahnesi olmasını isterdim. 


Kitabın karakterler kısmını bir kenara bırakıp olaylara geçersek kitap Amerika'nın Kanada sınırına yakın, soğuk ve ormanlık bir alanda geçiyor. Grace ormanın kenarında küçük bir evde yaşıyor, açıkçası ben soğuk ve küçük bir kasabada geçen olayları okumayı epey seviyorum, bu açıdan keyifliydi. Fakat Isabel'in kardeşi Jack'in kurtlar tarafından ısırılması ve öldürüldüğünün düşünülmesi sonucu insanların bir anda kurtlara düşman olması, onları avlaması ve Sam'in de bu sırada vurulmasından sonraki olaylar benim için biraz kopuk, özensiz ve hızlı gelişmişti. Sam yıllar önce Grace'i kurtardığı için teoride altı yıldır tanıştıklarını biliyoruz fakat ilk kez Sam insan formundayken karşılaştıklarından sonra ışık hızıyla birbirlerine güvenmeleri, daha yüzüncü sayfaya gelmeden romantik ve duygusal bir bağ kurmaları bana oldukça mantıksız geldi.

Bunun dışında tabii Sam'in kalacak yeri olmadığı için Grace'in onu gizlice eve sokması ve ebeveynlerinin haftalarca evlerinde yaşayan bir çocuğu asla fark etmemesi de inanılmaz sinir bozucuydu. Yazar sorumsuz ebeveyn tasviri yaratmaya çalışırken bu noktada biraz aşırıya kaçmış bence çünkü bir sahnede Grace'in annesi evde yokken Grace ve babası mutfakta konuşuyor, Sam duş alıyor ve babası su sesini duyup garipsemesi gerekirken bir anda sağır gibi davranıyor. Resmen yazar kızın ailesi olsun ama yine de bir şeylere karışıp olayların akışını bozmasınlar diye mantığı falan umursamadan aklına geldiği gibi yazmış. Bir ara öyle bir noktaya geldi ki annesi ve babası Sam'le evin içinde karşılaşsalar, "Hayır, sen burada yoksun," deyip devam edeceklerdi.

İlişkiler hakkında söylemeden geçmek istemediğim bir diğer şey elbette Grace ve Sam arasındaki ilişki, aralarındaki duygusal bağ, birbirlerine duydukları aşk ve hisleri bana tam olarak yansımadı. Zaten Sam insan formuna dönüşür dönüşmez yirmi dört saat geçmeden kendilerini bir ilişkinin içinde buldukları için fazla aceleye getirilmiş gibiydi. Kitabın son kısımlarında Sam tekrar kurt formuna dönüştüğünde ve sonsuza dek öyle kalma ihtimali olduğunda Grace'in tepkisi son derece donuk ve özensizdi, tabii bu Grace karakterinin genel olarak olaylara pragmatik ve mesafeli bakmasıyla ilgili de olabilir, bilemiyorum. Yine de Sam'i bir daha asla insan olarak göremeyeceğini düşündüğünde daha duygusal bir tepki vermesini beklerdim.  

Aynı şekilde tabii Sam'in mucizevi bir şekilde tekrar insana dönüştükten sonra uzun uzun bekleyip hazırlanıp Grace'i uzaktan izlemesi, ona doğru yavaşça yürümesi ve "sürpriz" yapıp şaşırtması... Yani birbirini çok seven iki insanın böyle bir durumda hiçbir şey düşünmeden birbirine koşmasını beklersiniz normalde, sonuçta milyonda bir gerçekleşen bir şey olmuş ve aylar sonra tekrar görüşüyorsunuz. Sam'in Grace'i uzun zamandır görmemişken ve bir daha birbirlerini hiç görememe ihtimalleri varken "mucize eseri" dönüştükten sonra sanki daha dün konuşmuşlar gibi sabırla Grace'in kendine yakın bir yere gelmesini bekleyip onu izlemesi, dikkatli ve ağır adımlarla karşısına çıkması sıkıcı ve gerçek dışıydı. Tabii bunu da Sam karakterinin genel olarak sıkıcı birisi olmasına bağlayabiliriz belki çünkü gerçekten okurken içimi baydı. 

Kitabın ilk yarısı ikinci yarısından çok daha başarılıydı, 200. sayfaya yaklaştıktan sonra giderek sıkılmaya ve kitabı keyif almadan okumaya başladım. Olaylar ilerledikçe daha heyecanlı olmasını beklesem de bir bakıma tam tersi oldu, yazar çok detay vermeden geçebileceği basit konuları uzun uzun anlatırken esas çarpıcı olayları birkaç cümleyle geçiştirmişti; bu da benim açımdan okuma zevkini baltalayan bir detaydı, yine de kitabın geneline baktığımda berbat veya aşırı başarısız bulduğumu söyleyemem. 10 üzerinden 6-6.5 arası bir puan verebilirim fakat bu biraz da benim kitapları puanlarken genelde düşük vermeye kıyamıyor olmamdan kaynaklı. Seriyi set şeklinde aldığım için elimde diğer kitapları mevcut, hatta ikinci kitap olan Beklenti'ye başladım bile. Ama elimde diğer kitapları olmasaydı heyecanla bir sonraki kitabı sipariş edip sabırsızca beklemeye başlar mıydım? Sanmıyorum...


 



Yorumlar

Popular Posts

The Untamed Dizi Yorumu

Herkese merhaba! Yıl sonunu çok sevdiğim bir diziden bahsederek kapatmak ve herkese mutlu yıllar dilemek istedim. The Untamed bir süredir izlemek istediğim ancak bölüm sayısı fazla olduğu ve daha önce herhangi bir Çin yapımı izlemediğim için sürekli ertelediğim bir diziydi. Dizinin konusu hakkında hiçbir fikrim yoktu, sadece bir novel uyarlaması ve BL temalı olduğunu biliyordum. 50 bölüm gözümde çok büyüdüğü için sürekli erteledim ve itiraf etmek gerekirse Çince kulağıma önceden pek hoş gelmediği için ön yargılarım vardı. Fakat diziyi bitirdikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki ön yargılarım aslında gereksizmiş. Diziye başlarken 50 bölümü gözünde büyüten ben, 10 bölümü izledikten sonra keşke dizi daha uzun olsaymış demeye başladım, hatta son bölümü izlerken 50 bölümlük birkaç sezon olmasını istedim ve bence daha uzun olsaymış da olurmuş çünkü Bulut Kovuğu'nda aldıkları eğitimi bile ayrı bir dizi olarak izleyebilirdim.  Diziyi hiç duymayanlar için kısaca konusundan bahsedeyim önc

The Flower of Evil Dizi Yorumu

Herkese merhaba, The Flower of Evil'ı yeni bitirdim ve bitirir bitirmez hemen yorumunu yazmak istedim çünkü inanılmaz iyiydi ve izlerken her bölümünden ayrı keyif aldım. Bilmeyenler için dizinin konusunu ve merak edenler için tanıtımını  aşağı bırakıyorum ve sonrasında spoiler içeren yorumuma geçiyorum. Dizi, karanlık geçmişini gizleyen ve başka birinin kimliği altında yaşayan bir adam ( Lee Joon-Gi ) ile o adamın (kocasının) peşine düşen bir dedektifin ( Moon Chae-Won ) etrafında dönmektedir. Öncelikle diziye başlama sebebim dizi hakkında okuduğum iyi yorumlar, Lee Joon-Gi'nin oyunculuğu ve dizideki kızıyla paylaştığı fotoğrafları görmem oldu. Başlarken çok yüksek beklentilerim yoktu fakat dizi daha ilk bölümünden bile merak uyandırdı ve beni içine çekmeyi başardı. Kore dizileri izlemeye karantina döneminde başladım ve açıkçası çok fazla ön yargım vardı, çoğu insan gibi ben de İngiliz ve Amerikan dizileri izlemeye alışık olduğumdan bir Kore dizisi izlemek hiç de cazip gelmiyor

Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri // Kitap Yorumu

 Herkese merhaba, Aslına bakılırsa bu yazıyı uzun bir süredir yazmayı planlıyor olduğum halde nasıl yazacağımı bir türlü tasarlayamadığım için erteliyordum. Şiir tutkunu olduğumu söyleyemem, fakat hoşuma giden şiirleri ve sevdiğim yazarların derlemelerini okumayı severim. Edgar Allan Poe kullandığı imgeler ve kafanızda çizdiği soyut resimlerle okumaktan keyif aldığım yazarlardan birisi. Bu nedenle daha kitabın kapağını açarken bile beni içine çeken dünyanın hoşuma gideceğinden emindim. Şiirler hakkındaki yorumuma geçmeden önce İthaki Yayınları'ndan çıkan derlemeyi okudum ve çevirisinin çok başarılı olduğunu söyleyemem açıkçası. Elbette çeviri yapmak, özellikle de şiir çevirisi yapmak oldukça zor bir iş, ama yine de çok daha iyi olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. Neyse ki bir tarafta orijinal dil, diğer tarafta çeviri olacak şekilde basmışlar, bu yüzden de çok problem olmadı.  Şiirlerin hepsini eşit derecede sevdiğimi söyleyemem tabii ki, içlerinde hoşuma gitmeyen şiirler de oldu