Ana içeriğe atla

Beklenti / The Wolves of Mercy Falls Serisi Kitap Yorumu #2

 Merhaba, 

The Wolves of Mercy Falls serisinin ikinci kitabı olan Beklenti'nin yorumuyla karşınızdayım. Birinci kitabı pek beğenmediğim için beklentilerimi yüksek tutmamaya karar verdim ve düşük beklentilerle başladığım için mi bilmiyorum ancak ikinci kitabı daha çok sevdim. Genelde seri şeklinde olan kitapları okurken ikinci kitabı daha az severim, Beklenti beni olumlu yönde şaşırttı diyebilirim. Kitabın iki karakter yerine artık dört karakterin ağzından anlatıldığını görünce ilk başta bu olayı sevemedim fakat ilerledikçe şu kanıya vardım ki Isabel ve Cole olmasaydı kitabı muhtemelen sıkılıp yarıda bırakırdım. 


Birinci kitaptan tanıdığımız ve olaylara bakış açılarından tanık olduğumuz Sam ve Grace'e ek olarak bu kitapta bazı bölümleri de Isabel ve Cole'un gözünden okuyoruz. Isabel birinci kitaptan zaten bildiğimiz bir karakter ve Ürperti'nin yorumunu yazarken onun daha fazla sahnesini görmeyi istediğimi belirtmiştim, bu nedenle onun bölümlerini okurken epey keyif aldım. Cole St. Clair birinci kitapta adını bilmeden çok kısa bir sahnesine tanık olduğumuz bir karakter, Ürperti'de Beck'in Kanada'da kurt adama dönüştürüp arabasının bagajında getirdiği çocuklardan birisi. Cole karakterini ilk başlarda sevip sevmediğime bir türlü emin olamadım çünkü fazla sığ olduğunu düşündüm fakat kitap ilerledikçe karakter ciddi bir gelişme gösterdi ve açıkçası hazır cevaplığı, komikliği ve ukalalığı sayesinde olayları onun gözünden okumak son derece keyifliydi. 

Kitap Sam'in iyileşmesi ve tekrar insan olmasıyla başlıyor, ama bu kez de Grace'in bazı sorunları baş gösteriyor, bu anlamda kitap birinci kitaptaki olayların tersten tekrarı gibiydi ve bu ayrıntıyı biraz sıkıcı buldum. Birinci kitapta Grace insan ve Sam'in kurda dönüşmesini engellemeye çalışıyorlar çünkü bir süre sonra artık insan formuna dönüşme yeteneğini tamamen kaybediyor. İkinci kitapta da Grace yıllar önce ısırıldığı fakat hiçbir zaman dönüşmediği için hastalanmaya başlıyor, kitap boyunca Sam'in durumu görmezden gelmeye çalışması, yok gibi davranırsa geçeceğini düşünmesi beni resmen sinir etti. Sam karakterini bir türlü sevmediğimi bir önceki yorumumda belirtmiştim ve bu kitapta bu düşüncemde haklı olduğumu bir kez daha gördüm; karakter duygusal, melankolik ve içe kapanık birisi ve bunlar beni rahatsız etmedi ama hiçbir olay karşısında tepki vermemesi, her şeyde pasif kalması, insanların ittirmesi olmadan karar bile verememesi onun bölümlerini okurken sıkıntıdan kitabı bırakmak istememe neden oldu. İnsanlar ciddi olaylarla uğraşırken bir köşede sessizce durup aklından şarkı sözleri yazmak ve şiir okumak dışında kelimenin tam anlamıyla "hiçbir şey" yapmadı. 

Grace'in gözünden yazılan kısımları da aynı şekilde sıkıcı buldum çünkü Sam de Grace de olaylar karşısında neredeyse tepkisiz davranan, aynı döngü içinde yaşayıp giden oldukça tekdüze karakterler bana kalırsa. Özellikle Grace'in hastalıktan ölecek raddeye geldiğinde bile Sam'in ısrarla ona ne olduğunu dahi doğru düzgün sormaması, ambulansı arayacak duruma gelene dek hiçbir sorun yokmuş gibi davranma çabaları bana aralarındaki ilişkinin çok da güçlü olmadığını düşündürdü. Genelde bu tarz fantastik serilerde ana karakterlerin arasında gerçeküstü bir aşka tanık oluruz fakat Sam ve Grace'in arasındaki aşkı okurken hissedemedim, karakterlerin duyguları bana geçmedi. İyi yönden bakmak gerekirse bu tarz serilerde ana kadın karakter genellikle beyin yetmezliği sendromundan muzdarip olur fakat Grace aptalca davranışlar sergileyen bir karakter değildi.

Onların aksine Isabel ve Cole okurken beni eğlendiren, güldüren ve duygularını daha iyi hissettiren karakterler oldu. Her ne kadar yazarın ikisinin arasındaki ilişki pek iyi yansıtamadığını düşünsem ve özellikle de tanışma sahnelerini saçma bulsam da hataları, kusurları ve olaylar karşısındaki tepkileriyle Grace ve Sam'e kıyasla daha gerçekçi ve dinamik karakterlerdi. 

Isabel'in ailesini, duygularını, yaşadıklarını okurken onu gözümde canlandırmak zor olmadı. Olaylara mantıklı yaklaşmasını sevdim, kurt olmamasına rağmen onlara yardım etmesi, yaptıklarının nedenleri ve kitap ilerledikçe karakterin geçirdiği duygusal evrim de iyi yansıtılmıştı. Grace gibi ilgisiz ebeveynlere sahip olmasına rağmen bu konudaki duygularını ve ailesinin içinde bulunduğu atmosferi okuyucuya iyi yansıttığını düşünüyorum.

Cole St. Clair de kitaplardan genelde aşina olduğumuz klişe tiplerden birisi, ama yazarın karakteri iyi yazıp yansıttığını düşünüyorum, özellikle diyaloglarını başarılı buldum. Ailesinin büyük beklentilerini boşa çıkarıp kendi dünyasına kaçarak bir rock grubunun solisti oluyor, tabii rock yıldızlarında olan çok bilindik özelliklerin hepsini taşımasının yanı sıra ukalalığı, sarkastik cevapları, ciddiyetsiz tavrıyla da göze çarpıyor. Şöhretinden sıkılıp kaybolmak istediğinde de kendini kurt sürüsünün içinde buluyor ve kitabın ilerleyen sayfalarında da görüyoruz ki eğer Cole olmasaydı Sam muhtemelen Grace'i kendi haline bırakır, ölüme terk ederdi... 

Zaten kitabın sonlarına doğru Grace'in hastane odasında ölümle savaştığı sahnede de Cole bir çözüm bulmak için kafa patlatırken ve Isabel'le planlar yaparken Sam'in çaresizce hastane kafeteryasının camından bakarak durumu kabullendiği ve hiçbir şey yapmadığı sahneyi okuyoruz. Zaten genel anlamda Sam'in hiçbir şey yapmadığı sahneleri okumaya alıştığımdan bu durumu yadırgamadım neyse ki...

Ailesinin yüksek beklentilerinden kaçmış ve bilim adamı olan babasına benzememek için epey çabalayan bir karakter olmasına rağmen Cole kurt adama dönüşme sürecini kendi yöntemleriyle inceliyor ve onun da aslında oldukça zeki birisi olduğunu görüyoruz. Diğerlerinin baştan beri düşündüğü üzere dönüşüm sürecinin yalnızca sıcaklığa bağlı olmadığını keşfediyor, kitabın sonunda da bulduğu geçici çözümle Grace'in kurda dönüşmesine yardım ederek onu kurtarıyor.

Grace demişken birinci kitapta ilgisizlikleri ve vurdumduymazlıklarıyla hayrete düşüren ailesi bu kitapta Sam'i Grace'in odasında uyurken görünce aniden dünyanın en ilgili ve kısıtlayıcı ebeveynleri olmaya karar vererek Grace'e yasaklar getiriyorlar. Bana kalırsa bu da ailesinin birinci kitapta yansıtılan tasvirine pek uymayan bir davranıştı, hatta Grace sırf Sam'le görüşebilmek için evden kaçmak zorunda kalıyor. Çok klişe olan bir aile dramına şahit oluyoruz: erkek arkadaşı onaylamayan bir aile, ailesine karşı gelip evden kaçan kız... İşin tutarsız tarafı aynı ailenin birinci kitapta evlerinde tamamen yabancı birinin haftalarca yaşadığını fark etmeyecek kadar rahat ve umursamaz olması. 

Son sayfalarda birinci kitapta olan dramatik sahnelerin roller değiştirilmiş versiyonunu okuyoruz. Bu kez kurda dönüşüp ormanda gözden kaybolan kişi Grace ve geride kalıp insan formunda onu beklemek zorunda kalan Sam. 

Kitabın sayfalarını çevirirken sürekli bir şeyler olsun diye bekliyorsunuz fakat beklenen olaylar son sayfalara kadar gerçekleşmiyor, kitap belli bir döngü içinde devam ediyor, nihayet kitabı elinizden bıraktığınızda birinci kitabın farklı bir bakış açısıyla ve yeni eklenen daha eğlenceli karakterle tekrar yazılmış versiyonunu bitirdiğiniz hissine kapılıyorsunuz. Birinci kitaptan daha iyi olduğunu söyleme sebebim de zaten tamamen eklenen karakterlerden kaynaklanıyor, Isabel ve Cole kitaba kesinlikle renk katmışlar ve normalde iki farklı bakış açısından okuma fikrinden bile hoşlanmayan bir okur olmama rağmen bu kez dört karakterin gözünden okuduğum için oldukça memnun kaldım. Aksi takdirde bu kitabı da Grace ve Sam'in anlatımıyla okusam epey sıkıcı olacaktı. 

Hatta okurken keşke tümünü Isabel ve Cole'un gözünden okusaydık diye düşündüğüm dahi oldu, sırf konuşma tarzını biraz kendime benzettiğimden dolayı Cole'un diyaloglarını okumak için kitabı bitirmiş bile olabilirim aslında... 

Üçüncü kitabın yorumunda görüşmek üzere ::)



Yorumlar

Popular Posts

The Untamed Dizi Yorumu

Herkese merhaba! Yıl sonunu çok sevdiğim bir diziden bahsederek kapatmak ve herkese mutlu yıllar dilemek istedim. The Untamed bir süredir izlemek istediğim ancak bölüm sayısı fazla olduğu ve daha önce herhangi bir Çin yapımı izlemediğim için sürekli ertelediğim bir diziydi. Dizinin konusu hakkında hiçbir fikrim yoktu, sadece bir novel uyarlaması ve BL temalı olduğunu biliyordum. 50 bölüm gözümde çok büyüdüğü için sürekli erteledim ve itiraf etmek gerekirse Çince kulağıma önceden pek hoş gelmediği için ön yargılarım vardı. Fakat diziyi bitirdikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki ön yargılarım aslında gereksizmiş. Diziye başlarken 50 bölümü gözünde büyüten ben, 10 bölümü izledikten sonra keşke dizi daha uzun olsaymış demeye başladım, hatta son bölümü izlerken 50 bölümlük birkaç sezon olmasını istedim ve bence daha uzun olsaymış da olurmuş çünkü Bulut Kovuğu'nda aldıkları eğitimi bile ayrı bir dizi olarak izleyebilirdim.  Diziyi hiç duymayanlar için kısaca konusundan bahsedeyim önc

The Flower of Evil Dizi Yorumu

Herkese merhaba, The Flower of Evil'ı yeni bitirdim ve bitirir bitirmez hemen yorumunu yazmak istedim çünkü inanılmaz iyiydi ve izlerken her bölümünden ayrı keyif aldım. Bilmeyenler için dizinin konusunu ve merak edenler için tanıtımını  aşağı bırakıyorum ve sonrasında spoiler içeren yorumuma geçiyorum. Dizi, karanlık geçmişini gizleyen ve başka birinin kimliği altında yaşayan bir adam ( Lee Joon-Gi ) ile o adamın (kocasının) peşine düşen bir dedektifin ( Moon Chae-Won ) etrafında dönmektedir. Öncelikle diziye başlama sebebim dizi hakkında okuduğum iyi yorumlar, Lee Joon-Gi'nin oyunculuğu ve dizideki kızıyla paylaştığı fotoğrafları görmem oldu. Başlarken çok yüksek beklentilerim yoktu fakat dizi daha ilk bölümünden bile merak uyandırdı ve beni içine çekmeyi başardı. Kore dizileri izlemeye karantina döneminde başladım ve açıkçası çok fazla ön yargım vardı, çoğu insan gibi ben de İngiliz ve Amerikan dizileri izlemeye alışık olduğumdan bir Kore dizisi izlemek hiç de cazip gelmiyor

Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri // Kitap Yorumu

 Herkese merhaba, Aslına bakılırsa bu yazıyı uzun bir süredir yazmayı planlıyor olduğum halde nasıl yazacağımı bir türlü tasarlayamadığım için erteliyordum. Şiir tutkunu olduğumu söyleyemem, fakat hoşuma giden şiirleri ve sevdiğim yazarların derlemelerini okumayı severim. Edgar Allan Poe kullandığı imgeler ve kafanızda çizdiği soyut resimlerle okumaktan keyif aldığım yazarlardan birisi. Bu nedenle daha kitabın kapağını açarken bile beni içine çeken dünyanın hoşuma gideceğinden emindim. Şiirler hakkındaki yorumuma geçmeden önce İthaki Yayınları'ndan çıkan derlemeyi okudum ve çevirisinin çok başarılı olduğunu söyleyemem açıkçası. Elbette çeviri yapmak, özellikle de şiir çevirisi yapmak oldukça zor bir iş, ama yine de çok daha iyi olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. Neyse ki bir tarafta orijinal dil, diğer tarafta çeviri olacak şekilde basmışlar, bu yüzden de çok problem olmadı.  Şiirlerin hepsini eşit derecede sevdiğimi söyleyemem tabii ki, içlerinde hoşuma gitmeyen şiirler de oldu